“Merhaba! Çok güzelsin!”

“Merhaba! Bilmiyordum, öğrendim!”

“Bu yeni öğrenciler de iltifattan hiç anlamıyorlar!”

“Bu eski, kaşarlanmış abi öğrenciler de yeni kız öğrencilere lâf atmayı meziyet(*) sayıyor, pardon sanıyorlar galiba. Selâm Tanrı kelâmı; ‘Merhaba!’ dediniz, aldım cevap verdim, ama yetersiz kalmış?”

“Maksadımı aşmışım, affedersin!”

“Hayır! Üstelik ‘Sen!’ diyecek kadar da kabasınız!”

Kaşarlanmış, ya da bir başka deyişle; kart, eski görünen öğrencinin cevap vermesine fırsat bırakmaksızın sırtını dönüp fakülte bahçesindeki kanepelerden biri üzerine kâğıt bir mendil sererek oturup kitabını açtı Bengisu, sinirli olduğu dudaklarını ısırmasından, şakaklarının oynamasından dolayı uzaklardan bile fark ediliyordu.

Başlangıcında hatalı bir söz dizisini ağzından kaçıran son sınıf öğrencisi Bengi bir basketbol hakemiydi ve genç kızın fiziksel özelliğini dikkate alarak bir tavsiyede bulunmak istemiş olabilirdi. Zira kendi 1.70-1.75 boylarında görünmesine karşın, genç kız ona tepeden bakar gibi en az 1.85-1.90 boylarındaydı ve gözlerindeki ışıltıya, dilindeki hazırcevaplığa bakılırsa hiç de boyu uzun, aklı kısa şeklinde bir sözün muhatabı(1) olamazdı.

Üstelik aklı ve zekâsı konusunda da tartışılmayacak bir güce sahip görünüyordu. Boyunun gösterişli avantajı, fiziksel uyumuna katkıda bulunan davranışları lisede Beden Eğitimi Öğretmeninin dikkatini çekmiş ve onu basketbol oynaması için teşvik etmişti.

Lisenin basketbol takımının 4 ya da 5 numarası pivot(1) olarak oynuyordu. Kendi potasını korumak yanında aldığı toplarla kazandırdığı üçlük atışlar lisenin arka arkaya üç yıl şampiyon olmasını sağlamış, bu şampiyonluklar âdeta onun adıyla tescillenmişti(2).

Ve yine aynı öğretmenin teşviki, araştırması ve desteğiyle, akademiye başlamadan önce şehirde amatör kümede en sonda olan takımla -derslerine engel olmayacak şekilde idmanlara ve teknik-taktik çalışmalara katılmak ve maçlarda oynamak üzere- anlaşmış, sözleşme imzalamıştı, 1+1 yıl şeklinde. Karşılığı sanki bedavaydı, yol parası, yemek ikramı, idman ve maç giysileri vb. gibi…

Gerek yeteneği ve içindeki cevher(1) ve gerekse üçlük atışlarda özellikle isabet oranının yüksekliği nedeniyle takımın kümeden düşmesini engellemişti Bengisu.

Bu; amatör hüviyetine karşı burs dâhil, birçok cazip tekliflerle karşılaşmasına neden olmuşsa da, bulunduğu takıma 1+1 şeklinde söz verdiği için, miktarından söz edilemeyecek harçlık denilecek bir bedelle bir yıl daha aynı kulüpte kalmaya karar vermişti.

Basketbol oynamaya, antrenmanlara devam ederken Akademiye de derslerini aksatmayacak şekilde devam etmiş, ikinci sınıfa geçmişti.

Başlangıçtaki selâmlaşıp konuşmayı Bengisu’nun iç sesi olarak özetlemek gerekirse;

“Okula yeni başladığımı domuz gibi biliyor. Kaç gündür çevremde, kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi gibi dolaşırken, bakışlarıyla beni mahvettiğinin, hissettirdiğinin, etkilediğinin farkında değilmiş gibi davranıyor. Cesareti mi yok, aptallığı üst seviyede olduğundan korkup da mı yanaşmıyor? Beni mi bekliyor yoksa? Yardım etmem vallahi, duygularımı çiğnetmem. Beni istiyorsa diz çökmesini bilmeli. Ben de tedbirli olmalıyım ama. ‘Çok naz aşık usandırır!’ limitine ulaşmaya çeyrek kala elimi uzatmam gerekirse, uzatmalıyım…”

Bengi’nin iç sesi de, eh pek de farklı sayılmazdı Bengisu’dan;

“Kaşarlanmış abi, öyle mi? Bir bakışla kör ettin, Mecnun’a çevirdin beni, farkında değilmiş gibi yapman doğru mu? Yaklaşmama, yakınlaşmak isteğime doğrudan doğruya ‘Hayır!’ şeklinde tepki göstermen ne kadar doğru ki?..

Başlangıçtasın, tamam beni sevmeyebilir, sevgili olmaya rızan olmayabilir, ama yardım ederdim, belki yol gösterirdim sana. Sen de esirgemezdin seni benden, belki uzatırdın elini, tutma gayretimi paylaşırdın belki. Başlangıçta ‘Hiç!’ gibi görünsek de belki umutvar olacağımız bir geleceğe bakmaya çalışırdık…

Gene de çok güzelsin, içimdeki sesleniş hep bu, seni seviyorum, anlayıp bilmesen, bilmek istemesen de başlangıcım neyse, geleceğim de o, senden başkası ne rüyalarımda, ne hülyalarımda, ne düşüncelerimde olmayacak. Üstelik ‘erken!’ ya da ‘başlangıçtayız!’ deme, şunu bil ki kalbimdesin, beynimdesin, gönlümdesin, ‘sevgi’ desem de başlangıçta, ‘Âşığım!’ Hem ölesiye, sonuma, sonsuza kadar seninim!”

Akademiden mezun olmuştu Bengi de. Ve takdiri ilâhi(3), bir gün karşılaşacakları kesinlikle belirecek şekilde Akademide asistan olarak kalmıştı Bengi ve hobisi, arzusu, zevki karşılığı olarak basketbol hakemliğine de devam ediyordu, kart öğrenci olmayan, genç asistan!

Ancak hemen söylemek gerekir ki, Bengi hisseder gibi olsa da, Bengisu onun asistanlığından, kendinin onun öğrencisi olacağından haberdar olmaksızın bir maçta karşı karşıya gelmişlerdi. Bu kez kibardı, hatta centilmen görünümlü bile kabul edilebilirdi Bengi, maç başlamadan, düdük çalmadan önceki saha ortasındaki karşılaşmalarında;

“Hâlâ güzelsiniz!”

“Hâlâ haddinizi bilmiyorsunuz, ama öğrenirsiniz!”

Âdetti, “Başarı dilenirdi!” Bengisu sanki bu kuralı unutmuş gibi sırtını dönüp giderken, geriye dönmüş, elini sallamış ve duyacağı kadar fısıldamıştı;

“Yaşım küçük sanmayın!”

Maç kolaydı, üstelik tüm takım ona çalışıyor, o da çılgın bir üç atış yüzdesine sahip olmanın avantaj, gurur ve heyecanını yaşıyordu. Karşı takım da sanki onun üçlük atışlarını engellemeye çalışmak yerine destekler gibi serbest bırakıyorlardı. Çünkü birkaç kez atış sonrası üç yerine dört sayı yitirmişler, öncesindeki fauller ise serbest faul atışlarını da kaçırmayan Bengisu tarafından üçer sayı olarak skorboarda işlenmişti.

 Üçlük atışlarının bir-ikisi “çizgiye bastın!” şeklinde iki sayı olarak işaretlenmişse de monitörlere bakılarak haklılığı tespit ve tescil edilmişti.

Ancak sonlara doğru haksız olduğu üçlük atışı sonrası iki sayı işaretlenince aşırı itiraz ve tepkisi nedeniyle Bengi (Hoca) tarafından teknik faul ile cezalandırılmıştı, ancak bozmamıştı moralini.

Bir top kapıp arkadaşına pas verir gibi yapıp, üçlüklerde kaydettiği isabet oranıyla Bengisu topu % 1000 isabet oranıyla, teknik faulün ceremesini(1) ödetmek ister gibi Bengi’nin suratına oturttu. Özür dilemek içinden geçmese de sağlık görevlileri ve diğer hakemlerle birlikte Bengisu da Bengi’nin başına dikilmişti.

Hakemlerden biri kendisine yönelip sessizce sordu;

“Teknik faulü hak etmiştin, maksadın arkadaşına pas vermek değildi, hınç alır(2) gibi mahsus yaptın değil mi?”

“Okula geldiğim ilk gün, sataştı, sonra özür diledi, ama geçmiş ola! Yani hocam şimdi size hareketim için yalan mı söyleyeyim?”

“O zaman teknik faul…”

“Yalan söyleyemem!”

“O zaman dışarı!”

“Peki!”

Konuşan hakem Bengisu’nun soyunma odasına yönelişini, Bengi’nin ayağa kalkmasını dikkate alarak düdüğünü çaldı, teknik faulün gereği iki atışı işaretledi. Bengi, masa, gözlemci ve seyirci neyin ne olduğunu anlayamamıştı.

Felâket; “Geliyorum!” demez, gelirdi yahut da her suçun bir karşılığı, ödenecek ceremesi vardı, hakemler iyi niyetliydi, hareketin kasıtlı oluşunu ne söylemişler, ne de raporlarına iliştirmişlerdi, sadece uygun bir zamanda kulağı hafifçe bükülecekti ve bunu yapmak için diğer ikisi Bengi’ye rica değil, emretmişlerdi.

Bengisu için bu emir ne zaman gerçekleşecekti, gerçekte o bilmese de, bilinmesi gereken gerçek, gerçekleşecekti. Öyle gıcık olduğun hakeme topu atıp, iki atışlık teknik faul, oyun dışı kalmak ve hakem abilerin iyi niyetli görüşleriyle yakayı sıyırmak kolay mıydı?

Öğrenci, zaman gelecek asistan olan öğretmenini ve haddini bilecekti. Bengi askere giderse yahut da herhangi bir nedenle “Bana doyum olmaz!” tavrında derslerine girmeyecek olursa ancak o zaman af kapsamında olacaktı Bengisu. Bu bir ihtimaldi, maçlarda karşılaşmasalar bile (meselâ) gün gelecekti, tıpkı geleceğin de geleceği gibi eğitim olarak yaşanması gereken üç yıl vardı ve mutlaka karşılaşacaklardı.

İki kere iki; dört idi, ya bu deveyi güdecek, ya da bu deveyi güdecekti. Nal şeklinde bir mıknatısın iki ucu da aynı kutbu işaretlemezdi, Ya da imam olmasa da sakallı birinin, rüzgârı dikkate almamakta direnen tükürüğü aşağı-yukarı kavramı yaşamaksızın sakalına da, bıyığına da ulaşırdı!

Pazartesi, en arka sıralarda uzun boyu ile dikkati çeken Bengisu ve Bengi Asistan sınıfa gelmişlerdi.

Öğretmen Bengi davudi sesiyle başladı konuşmasına;

“Sizlere okuduğum, öğrendiğim, yaşadığım, bildiğim oyun kuralları dâhil, her şeyi değilse de çok şeyi anlatıp, gösterip öğretmeye çalışacağım. Sizler gibi bu sıraları paylaşıp bu sene mezun oldum ve asistanlığım yeni, eksiklerim olabilir, bildikleriniz olursa sözümü kesin yanlışımı anında ikaz edin, eksikliğimi ders sonunda bana söyleyin lütfen. Biliyorsam cevaplayayım, bilmiyorsam araştırıp, öğreneyim ve aydınlatmaya çalışayım sizleri, ileteyim bulduklarımı sizlere…

Adım Bengi. Faal bir Basketbol Hakemi olduğum için sizlere önce basketbol oyun kuralları ve en çok tartışılan hatalı yürüme (steps) ve teknik faul hakkında bilgi vermeyi, perdeleri ve ışıkları kapattıktan sonra videodan bu hareketleri göstermeyi istiyorum...

Daha sonra futbol, voleybol, hentbol ve merak eden arkadaşlar olursa diğer oyunlara, spor kollarına da yönelebiliriz, sizleri bilgilendirmekten onur ve mutluluk duyarım…

Basketbol beş kişiyle oynanır, saha, çember, top ölçüleri şöyledir falan gibi teferruata girmeyi uygun görmüyorum. Kitaplardan, internetten öğrenmeniz gayet kolay. Demin de söylediğim gibi benim üstünde durduğum, kesinlikle öğrenmeniz gereken basketboldaki hatalı yürüme, faul, atış ve teknik fauller. Bunları sizlere slayt-projeksiyonda göstererek ayrıca anlatma gayreti yaşayacağım…

Önce kısaca hatalı yürüme ve teknik faulü anlayım ve göstereyim sizlere, bunları profesyonel oyuncular bilseler bile dikkatlerinden kaçırıyorlar. Sahadaki hakemlerin bunu kaçırma lüksleri yok, biri gözden kaçırsa bile diğeri, masa, gözlemci olaya derhal müdahale eder, en basitinden haklı olan tarafın koç ya da oyuncaları…

Steps veya Hatalı Yürüme; basketbolda topun iki el ile sektirilmesine, topu sürerken tutup ardından topun tekrar sektirilmesine, topu sektirmeden 3 adım atılmasına veya topun ayağa çarpmasına denir. Bu bir oyun ihlalidir ve top bu durumda karşı takıma verilir.

Teknik Faul; vücut temasından değil sportmenlik dışı hareketlerden kaynaklanmaktadır. Genelde kişisel faulden daha büyük bir hata olduğu düşünülür. Oyuncunun veya çalıştırıcının ahlâksız sözleri, kavga etmek, zaman geçirmek ve kural dışı oyuncu değişiklikleri yapmak bu cezayı gerektirir.  Kısaca rakibi alt etmek, oyunu bozmak için yapılan her kasıtlı davranış diyebiliriz. Teknik faul, oyunda vakit kaybettirici davranışlardır ve oyuncu için seyirci nazarında iyi olarak karşılanmaz, oyuncunun durumunu olumsuz etkiler.

Bu konularda soru sormak isteyen?

Bengisu belki de ayağa kalkmadan seslendi;

“Oyuncu kaza ile ya da herhangi bir sinirle topu hakeme çarptırmış ve top oyun dışına çıkmış, o terslikle hakem de boş bulunup düşmüşse…”

“Sanırım amatör bir basketbolcusunuz ve başınızdan böyle bir olay geçmiş olsa gerek. Bir mücadelede top oynayan oyuncunun hatası ile hakeme çarpıp dışarı çıkmışsa, top karşı tarafın oyuncusu tarafından oyuna sokulur. Olay herhangi bir nedenle oyuncu tarafından kasıtlı olarak gerçekleştirilmiş ve oyuncu yalan söyleyip kendini kurtarmak yerine doğruyu söyleyerek itiraf etmişse diskalifiye edilir, takım faul sayısı bir arttırılır ve o takım aleyhine iki atışa karar verilir. Diskalifiye edilen oyuncunun, sahada kalmayıp soyunma odasına gitmesi şarttır…

Böyle durumlarda o takımların klâsmandaki durumlarının, oyundaki skor durumunun önemi yoktur. Koçların, antrenör veya yardımcılarının belirtilen nedenlere bağlı itirazları teknik faul sebebidir ve tek atışla cezalandırılır.”

“Peki! Diskalifiye edilmiş o oyuncunun giyindikten sonra salonda bir yerlerde oturup kendi sporcularına tezahürat, karşı tarafın sporcularına, hakemlere iyi olmayan meselâ; ‘Ham! Hum! Hum! Vay yavrum!’ gibi tezahürat yapmasının bir sakıncası var mıdır?”

“Önce izninizle Atatürk’ümüzü hatırlayalım. Ne demişti o büyüğümüz; ‘Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını severim!’ Benim düşüncem de Ata’mın sözlerinden farklı değil. Yani giyinen bir sporcu seyretmeye devam ederken ahlâklı ve iyi niyetli olmalıdır. Hakem iyi niyetli, hoşgörüsü fazla biri ise kötüyü duymamaya çalışır, tahammül edemezse o seyirciyi Güvenlik Görevlisine işaret eder ve dışarıya gönderir. Israrcıysanız, hemen söyleyeyim, ben bugüne kadar yönettiğim hiçbir maçta böyle çirkin bir olay yaşamadım.”

“Umarım ve dilerim ki yaşamazsınız, ancak içimden bir his yaşayacağınızı söylettiriyor bana…”

“Sevgili öğrencim Bengisu, eğer basketbol oynuyorsanız ki, biliyorum oynuyorsunuz, dilerim ki dediğiniz gibi bir olayı siz yaşamayın…”

“Sevgili arkadaşlar derse başladığımızdan beri ve konuşmalar içinde ismimi hiç söyledim mi? Basketbol oynadığımdan hiç bahsettim mi? Asistan Bey benim ismimi nerden biliyor?”

“Hanımefendi, öğrencim Bengisu. 100 barajını geçtiğiniz en son maçın hakemlerinden biriydim ben. Oyuncu listesinde adınız vardı, itiraf etmeliyim ki, akademiden de tanıyordum sizi bir vesileyle. Maçta neden olduğunuz olay nedeniyle diskalifiye etti diğer hakem arkadaşlarım. Yani isminizi bu nedenle biliyorum, hem bu o kadar önemli değil ki?”

“Bence önemli! Kokardınız hatırımda kalmamış, basit, karmaşık yahut da önemli, her ne şekilde olursa olsun maçlara hakem olarak atanıyorsunuz, ola ki bir maçta daha oyuncu-hakem olarak karşılaştığımızda şu anki konuşmalarımızı dikkate alırsak beni iki teknik faulle dışarı atmayacağınızdan nasıl emin olabilirim?”

“Sınıf ortasında bu konuya girmeseydik keşke. Duygularımla görevimi karıştırmadığım iddiasındayım!”

“Asistanımızın duyguları varmış, ben ‘yok!’ mu dedim ki?

“Sevgili öğrenci kardeşlerim, konu tatsızlaştı. Bengisu Hanım, rica etsem, dersten sonra vaktiniz uygun olursa, bu konuyu böyle uluorta değil, istediğiniz yerde ve saatte eğer özür dilemem gerekirse özür dilemek sözü vererek istediğiniz şekilde konuşalım. Söz veriyorum, sözünüzü kesmeyeceğim, asla ve kat’a şu veya bu şekilde tehdit etmeyeceğim. Derse devam edebilir miyim şimdi?”

“Tabii Asistan Bey!  Buyurun!”

Bengisu’nun hatası; “Arenayı siz seçin!” dememesi olabilirdi. Moral olarak gerilmişti Bengi;

“Arkadaşlar, söz sözü açtı, vakit daraldı, çıkışa 10 dakika kalmış, konuyu bitiremem, bir sonraki derste tamamlamak üzere buyurun on dakika fazla istirahat edin.”

“O on dakikayı benimle paylaşmak geçer mi aklınızdan? Gerçi biraz morali bozuk ve sinirli gibi görünüyorsunuz, isterseniz erteleyelim!”

Baş başa gibiydiler, diğer öğrenciler dinlenme haklarını kullanmakta aceleciydiler.

“Yaşamımda hiçbir kıza, hanıma, bayana tersliğim, edepsizliğim, yanlışlığım olmadı. Hele sana karşı asla olamaz. İlk merhaba sonrası oturduğun kanepeye oturalım mı? Kim ne derse desin, kendi adıma çekincem yok, ama sen çekinirsen, ‘şuraya’ de, peşinden gelirim!”

“Benim de çekincem yok! Ancak ‘sen!’ dediğinin farkındasın, değil mi?”

“Evet! İçimden geçtiği gibi!”

“Anlamadım!”

“Sabret, anlatacağım, ya sırtını dönersin yine, ya da elini uzatacağını ummak geçsin aklımdan?”

Ses çıkarmadan kanepeye oturdular, başını eğdi, Bengi, konuşmaya başlarken.

“Seni ilk gördüğümde etkilendim. Ancak dikkatini çekmekte başarılı olamadım. ‘Merhaba! Güzelsin!’ dedim, yakınlaşmak için, selâmımı aldın, ama tekmeledin beni…”

“Geçiyorken manava; ‘Ispanağın kilosu kaça?’ diye sorar gibiydin! Dolaysıyla uzaklaştık!”

“Seni uzaktan da olsa görmek yeter gibiydi, maçlarda bu olmuyordu, sana bakarsam maçı kaçırabilirdim, sana bakamadım, ama bir kere daha şansımı denemek istedim, başlangıç olması için, tersledin ve eziyet etmekten zevk aldın nerdeyse! Sana muhtaçtım, uzaklaşamadım…

Hele ki hocam; ‘İşim çıktı, bugün derse giriver benim yerime!’ dediğinde coşarak girdim senin sınıfına. Çünkü seni görecek, belki sesini de duyacaktım, umutla. Bu şansı yaşadım! Peki, yapabileceğim bin türlü iş varken, neden asistan kaldım, sormak geçer mi aklından?”

“Öğretmenlikten hoşlanıyor olsan gerek!”

“Seni uzaktan görmenin bile benim için yeterli olduğunu söyledim. Üç yıl daha pencerelerden seni görmenin rahatlığını yaşayacaktım. Çekirgenin üç defa zıpladığımı, Tanrının insanlara üç hak bağışladığını biliyordum, ama bu hakkı kullanmak istemedim, çünkü bu son defa da reddedersen yaşayamayacağıma inanıyordum.”

“Ama yaşıyorsun bak!”

“Evet, yaşamaksa, senin mezun olacağın güne kadar bu, üç yıl daha yaşamak demek, sonrası boşluk, hiçlik, ne demekse.?”

“Sadede gelsen, ne demek istediğini anlamak ve sana cevap vermek istiyorum!”

“Asiliğin ve isyanınla sana yöneldim, ilgimdeydin, sevdiğime inanıyordum, şimdi sana âşık olduğumu biliyor ve senin olmadığın bir dünyada benim de yerim olmadığına inanıyorum!”

“Sen şimdi bana beni sevdiğini, âşık olduğunu mu söylüyorsun!”

“Sen, dediğine göre inanıyor gibisin, ama sözlerin ‘Hayır!’ anlamında inanmıyor şeklinde!”

“Gel, yer değiştirelim, sen; ben ol ruh halimi irdele!”

“İstediğim fazla bir şey değil, seni sevmeme izin ver sadece, beni sevmemeni, hatta uzak durmanı normal karşılarım!”

“Seni düşünmeme izin ver, bunu sağla!”

“Ne kadar süre?”

“Beş dakika yeter!”

“Sonra?”

“Elimi tut ve söylemen gerekeni söyle! Çünkü hissedememiş olsan da başlangıcım da, bitişim de sensin!”

“Seni seviyorum, yeterli mi?”

“Evet! Beni sevdiğini, seni sevdiğimi hissediyordum, şimdi biliyorum!”

 

YAZANIN NOTLARI:

(*) Bengi; Ebedi. sonsuz sürece kalacak olan, hiç son bulmayacak olan, hep yaşayacak olan, ölümsüz, ölmez. (Bengî; Kürtçe) Aşk, tutku, melankolik. Balıkesir ova köylerinde ve özellikle Pamukçu kasabası çevresinde oynanan hızlı ritimli Zeybek oyunlarına verilen isimdir. Bengi, "sonsuzluk, ebedi" anlamına gelmektedir. Orhun kitabelerinde "bengü" olarak geçen sözcüklere rastlanmaktadır. Oyunda diz vurma ve çökmeler ön plandadır.

 

Bengisu; Bengi su. Ab-ı hayat, hayat suyu, dirilik suyu, aynü'l-hayat, nehrü'l-hayât, âb-ı câvidânî, âb-ı zindegî, hayat kaynağı, hayat çeşmesi, bazen de Hızır ve İskender'e atfen âb-ı Hızır veya âb-ı İskender vb. çeşitli isimlerle anılan, birçok söylencede adı geçen, içen kişiye ölümsüzlük kazandırdığına inanılan efsanevî su.

(**) Basketbol; Bir takım oyunudur. Sadece el ile oynanmaktadır. Basketbol topunun ayak ile temas etmemesi gerekir. Oluşturulmuş takımlar belli kurallar çerçevesinde topu hareket ettirerek ve arkadaşına pas atarak potaya gitmeye çalışır.  Üçlük veya ikilik şeklinde atılan atışlar ile sayı kazanmak amaçlanmaktadır.

Basketbol kuralları NBA ve bazı ligler dışında standart kurallar ile oynanmaktadır. Bu kurallar Avrupa ve Türkiye’de kabul edilmiş olan genel kurallardır.

Öncelikle 5 kişiden oluşan iki takım oluşturulur. Ayrıca kenarda her bir takım için 7 tane yedek oyuncu bulunmalıdır.
Masa hakemleri hariç 3 tane hakem bulunmalıdır. 3 hakem de saha içerisinde görev alır, diğer görevliler ve gözlemci masada bulunmalıdır.

Basketbol oyun süresi 10 dakikalık periyotlar halinde yapılmaktadır. Birinci ve ikinci periyot ilk yarıyı, üçüncü ve dördüncü periyot ise ikinci yarıyı oluşturmaktadır.

Basketbol maçı eğer son periyotta beraberlik ile sonuçlanırsa maç uzatmaya gider. Uzatma sonucunda hangi takımın kazandığı belli olur.

Takımların hücum süresi 24 saniyedir. 24 saniye sonunda top elden çıkmazsa ve hâlâ aynı takımda ise süre biter. Böylece top karşı takıma geçer.

Atışlar ikilik ve üçlük olarak ayrılmıştır. Üç sayı çizgisi dışından yapılan atışlar üçlük olarak nitelenmiştir. Serbest atışlar ise atış başına bir sayı kazandırmaktadır.

Bir oyuncu 5 kez faul yaparsa oyun dışında kalır. Oyuncu değişikliği ise sınırsızdır. Takımların her periyotta mola alma hakkı vardır.

Basketbol sahaları dikdörtgen şeklinde tasarlanmıştır. Potanın bulunduğu yerler kısa kenarlar olmaktadır. Diğer alanlar ise uzun kenarları oluşturmuştur. Basketbol sahasının uzun kenarları olan taraflar 28 metre boyundadır. Potanın bulunduğu kısa kenarlar ise 15 metre boyundadır. Pota ise kenar çizgisinden 1.2 metre içeride yer almaktadır. Potanın yerden yüksekliği 3.05 metredir. Ayrıca saha ile tribün arasında en az 2 metrelik mesafe bulunması gerekmektedir. Bu durumda saha dış ölçüleri 19 m. x 32 m., oyun sahası iç ölçüleri 15 m. x 28 m.

(1) Cereme; Başkası tarafından yapılan ya da kaza sonucu ortaya çıkan zararı ödeme.

Cevher; Gevher de denilir; İyi yetenek, bir şeyin esası, özü, mayası, değerli süs taşı, mücevher.

Meziyet; Bir kişiyi, ya da nesneyi, diğerlerinden üstün gösteren nitelik.

Muhatap; Kendisine söz söylenilen, söz yöneltilen, kendisiyle konuşulan kimse.

Pivot; Beş numara, basketbolda pota altında oynayan oyunculara denir. Genellikle uzun boylu olurlar. En uzun boylu oyuncuların olduğu pozisyondur. Ribaund alma konusunda başarılıdırlar. Blok istatistikleri diğer pozisyonlara göre yüksektir. Serbest atış, uzak mesafeli şut ve üçlük yüzdeleri düşüktür.

(2) Hınç Almak; Öç alma duygusu ile yüklü öfke duymak, yaşamak.

Tescillemek; Bir şeyi resmi olarak kaydetmek, resmileştirmek, kütüğe geçirmek. 

(3) Takdir-i İlâhi; İlâhi Takdir. Yazgı, kader. Alın yazısı.