1942 yılı Mayısının herhangi bir yerinde, biri rahmetli olan üç kız kardeşim gibi babamın memuriyeti dolayısıyla bulunduğu ANKARA’da doğmuşum.
Daha sonra yine babamın memuriyetinden dolayı ilk, orta ve lise hayatımı Bilecik (İstasyon Mahallesi, annemin de okuduğu ve ikimizi de aynı öğretmenin eğittiği “İstasyon Mahallesi Mektebinde”), Aksaray (KOÇAŞ Devlet Üretme Çiftliği), Tarsus (İÇEL) Lisesinde, Polatlı (ANKARA) İlk Öğretim ve o zamanki Ortaokul adıyla Polatlı Orta Okulu ve daha sonra Ankara-Edirne-İstanbul (Ankara Atatürk Lisesi, Edirne Lisesi, İstanbul Pertevniyal Lisesi)’da geçirdim ve bitirdim.
Kısaca Ankara’da başladım eğitimime, Ankara Atatürk Lisesi ve Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Makine Bölümü ile bitirdim, eğitimimi.
Bölümümden 1967 yılı Şubat döneminde mezun oldum, Ziraat Yüksek Mühendisi olarak. Askerlik hizmetimi Polatlı, Edirne ve Lüleburgaz’da tamamlamamı müteakip (o zamanki kuruluş adıyla) VAN, TOPRAKSU XII. Bölge Müdürlüğünde (ki ilk kızım Van’da doğdu), daha sonra BİLECİK TOPRAKSU Ekip Başmühendisliğinde görev yaptıktan sonra benimle çalışmayı arzulayan âmirlerimin takdiriyle 1976 yılında Tarım Bakanlığına Makine Şube Müdürü olarak geçtim.
Görevim esnasında denetleme işlevimi yerine getirmek için aşağı-yukarı Türkiye’min gezmediğim ili kalmadığı gibi, bunlara 70–80 kadar ilçe de dâhil diyebilirim. Bu arada aynı görev süresi içinde, Macaristan, Almanya, İngiltere, Hollanda, İspanya gibi ülkeleri ziyaret için birkaç defa yurt dışına gitmem de bana mükâfat oldu.
Bu yolculuklardan beni en çok etkileyeni, kızımla İngiltere’de Londra’da buluşmak, İspanya’da bir meslektaşımla Madrid’de buluşmak oldu. Aynı arkadaşım (Eugénio Vives ZURRITA, maalesef Gırtlak Kanserinden kendisini kaybettik) ile GAP Projesi kapsamında Türkiye’de de bir araya gelmemiz mümkün oldu.
Bakanlığımın ve Şube Müdürlüğümüzün adı birkaç kez değiştirilmesine rağmen, yaklaşık 20 yıl Müdürlük görevinde kalarak 1996 yılında kendi isteğimle emekliye ayrıldım.
Evliyim, üç çocuk babası ve dört torun sahibiyim.
Ankara Atatürk Lisesinde Fen Bölümünde okumama rağmen, edebiyatla ilişkim, 1958-1961 yılları arasında Rahmetli Hocam Ahmet Şevket BOHÇA’nın bir yarışmaya teşviki ve kompozisyonlarımdan birinin o günkü gazetelerden birinde yayınlanmasıyla başladı. Daha sonra yine Rahmetli Hocam Hicran AKTÜRK’ün etkilerini yaşadım.
Kendi çapımda o günden bugüne kadar hiçbir yayın organında yayımlanmayan birikimlerim evde klasörleri içinde kendi hallerindedirler (Bu birikimler; yaklaşık binden fazla deneme, beş yüz civarında öykü, henüz bitirilememiş bir roman denemesi şeklindedir).
Öncelikle söylemeliydim ki; blog sayfama girerek öykülerimi okumak isteyen her kesimden herkesin anlayabilmesi için “YAZANIN NOTLARI” bölümünü (bana göre) anlaşılmayacak bir yer kalmaması arzusuyla çok geniş tuttum. Bir bakıma, her öykü ayrı ayrı okunacak düşüncesiyle önceki öykülerdeki notları aktarmayı zorunluluk saydım.
Hiçbir konuda iddialı değilim. Bir kısım imlâ, noktalama ve takdim-tehir diyeceğim konularda eksiklerim, eksikliklerim olabilir. Sanırım bir edebiyat entelektüeli olamadığım için hoş görülebilir.
(Ç)alıntılarda eksikliğim, yanlış hatırlamalar, internette rastlamayışlarım nedeniyle sadece “YAZANIN NOTLARI” ve “ALINTILAR” kapsamında değerlendirmelerim de göz ardı edilebilir, düşüncesindeyim.
Çok öykünün “YAZANIN NOTLARI” bölümünde kaydettiğim gibi “Doktor değilim!” Bu konuda ufacıcık diyebileceğim bile bir eğitimim yok. Ancak çeşitli vesilelerle yaşadığım olaylar, doktor akraba ve tanıdıklarım ve hemşire olan kız kardeşimin katkılarının tümünü not ettim, beyin hücrelerime. Örnek mi, işte onlardan birkaçı;
1.Kalp krizi geçirdim, acil yetiştirildim. Anjiyolar, By-Pass, birkaç kez stent ve balon patlatışlar.
2.Üç kez (biri laparoskopik) kasık fıtığı ameliyatı.
3.Birkaç kez burun kontrolü hatta kısmi operasyonu, tedavisi, sonuçsuzluk ve vazgeçiş. Çünkü burun ameliyatı olan yeğenimin burnuna yapılan tampon ağzından gelmişti.
4.Annemi, kız kardeşimi, teyzemi, bir diğer teyzemi, yengemi, genç yaşlarında, yaşama doymadıklarını düşündüğüm iki genç yeğenimi kanserden yitirdim. Bu vesile ile eşimin hastanelerde ve kurumlarda imkânsızlıkları nedeniyle barınamayan hastaları evimizde misafir etmekten ne kadar mutlu olduysak, vefatlarını duyduğumuzda da o kadar hüzün duyduk.
5.Belki mübalâğa gibi düşünülebilir, ama Cami, Kur’an Kursu, dilenci gibi şuraya-buraya (vakıf ve yardım kurum ve kuruluşları; LÖSEV, MEHMETÇİK VAKFI, ÇOCUK ESİRGEME vb. hariç) para sarfiyatı yerine yerlerini-yurtlarını-ihtiyaçlarını bildiğimiz için karınca kararınca burs verir gibi yardımcı olmaya çalıştığımız kadrolu diyeceğimiz korumaya çalıştığımız kişi ve aileler vardır.
6.İşitme engelli yaşayan kardeşimizin tedavi safhaları, alet temini ve yaşadığı sorunlar üzdü bizi.
7.Uzayan kulak kıllarımın oluşturduğu misket, ya da bilye gibi birikinti duymamda sorun yarattı bir süre. Ufak bir operasyon yeterli oldu.
8.Sintigrafi, Tomografi, MR, EKG, biyopsi, röntgen, C/2 denen boyun kırığı vb. gibi safhaları saymam gereksiz.
9.Katarakt ameliyatı ile eşimin görme sağlığına kavuşmasının mutluluğu.
Genelde yaşadığım kesitlerden, kazalardan, hareketlerden, olaylardan, ayrıca anlatılan, sohbetler sırasında dile getirilen (ç)alıntıları monte etmeye çalıştım öykülerime, dizelerime.
Ve bu (ç)alıntıları “YAZANIN NOTLARI” bölümünde açıklama gayreti yaşadım. Öğrenmem gereken konuları, yaşayanlardan, kitaplardan ve internet ortamında sorup soruşturarak öğrenmeye çalıştım. Gene de her şeyi öğrendiğim bildiğim konusunda iddialı olmam mümkün değil. Aksi takdirde; “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir. Bildiğim bilmediğimin içinde.” Ve “Ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan akıllıyım.” diyen Sokrates’e karşı ayıp etmiş, olmam mı?
“Bizim zamanımızda…” diye söze başlamayı sevmediğim halde eski film ve tiyatro eserlerini hatırladıkça o günlerin izlerini taşıdığım bölümleri de mutlaka (ç)alıntı olarak işaretledim. Gözden kaçırdıklarım müstesna.
İddiam o ki, yine bir (ç)alıntı; “Çok okuyan değil, çok gezen bilir!” kavramı gereği; gerek Bilecik, yörem ve köylerindeki lehçeleri kullanma gayretinde oldum.
Bu kez sözü değiştiriyorum; “Çok gezen kadar, çok okuyan da bilir!” Bazı, belki de çok şeyleri. Örneğin; yaşamımızda bir büyük güç var, “Allah” dediğimiz. Onu Kur’an’dan öğrendim ve tüm gücümle ve Allah inancıyla görevlerimi yapmaya, yerine getirmeye çalışıyorum (Hac ve kalp ameliyatım nedeniyle oruç hariç).
Yeterli olduğunu sandığım İngilizce ve Almanca ile ilgili yaşadıklarım, yanlışlıklar da yer aldı öykü ve dizelerimde.
Genelde isimleri kullanırken İnternette araştırmalar yaptım, herhangi bir nedenle yanlışlığa neden olmamak için. Soy isimleri belirtmedim çok zaman. Gerektiğinde de; ya ismime ilâveler yaptım, örneğin Erol yerine Eroğul gibi, ya da soy ismimden türettim; Karatekin yerine Akantekir gibi.
Siyaset; ilgilendiğim bir konu değil, açık açık. Belki her vatandaş gibi ve kadar… Müslüman ve Allah rızası için görevlerini yapan, “Allah ile aldatmayı” kesin olarak reddeden biri olarak asla, körü körüne muhafazakâr, tutucu, gerici olmadım. Ara-sıra, bazı-bazen (bana göre) yanlış, hata, günah, gıybet, yalan, iftira, hatta şirk konularını öykülerin kahramanlarının dillerinden seslendirmeye, şekillendirmeye çalıştım.
Özellikle emeğe saygı konusunda danslar, oyun havaları, sürücü, müzik kursları konularında gerek tam edinme imkânım olmayan bilgi eksikliğim, gerekse uzun tariflerle okuyucuyu sıkmamak için açıklama yapmamayı tercih ettim.
Bu arada içtenlikle söylemem gerekli ki; müzik konusunda bilgim var, zamanında kursa da gittim, Türk Sanat Müziği konusunda; “İddialıyım!” diyeceğim kadar bildiklerim var, ancak ıslık dâhil başarılı olduğum hiçbir enstrüman yok!
Muhtemelen bazı satırlarım, öneri, nasihat, sitem, mübalâğa gibi kavramlarla yüklü olabilir. Tümü kendime ait fikirleri asla tenkit gibi ve “Ders verir gibi değil!” “Böyle olsa, daha iyi olmaz mı?” niteliğinde sunma gayretini yaşadım. Takdir ve teşekkür etmem gerekenleri ise çekinmeksizin belirtmeğe çalıştım.
Öykülerimdeki kişi ve kişiler utandıklarım değil asla. Kim ne kadarını, nasıl hak ediyorsa, dilimin döndüğü kadarıyla şeklen ve ismen karalamaktansa üstünkörü de olsa belirtmeksizin öyküye sığdırmaya çalıştım.
Bazı öyküler, elimde olmaksızın, konu yeterince tamamlanamadığı için uzadı, umarım, okuyanlar sıkılmamışlardır. (1)
Genelde öykülerim birkaç gün içine sığamadı. Çoğu günlerce, bazısı aylarca sürdü, sonuca ulaşmak için, özellikle ölüm-mutluluk-sonuç için. Doğruları, yanlışları öğrenmek, hatta yaşamak için.
Örneğin; “O Olmak” öyküsündeki “Flamingo Dansını” öğrenmek, bu konuda etüt yapmak, hatta izlemek, internette kovalamak için neredeyse bir yıldan fazla zamanım yok oldu.
Alıntılarımı noktası, virgülüne kadar aynı şekilde, tırnak içinde ve italik harflerle yazma gayretinde oldum. Ve bir kısım bilgilendirmelerde yanılgılarımı peşinen kabul ediyorum. Örneğin “HA-VET” dizelerinde gibi.
Emekli olduktan sonra boş durmadım. Uzun süreli olarak bir-iki fabrikada mesleğimle ilgili ve bir-iki iş yerinde de kısa süreli olarak mesleğim dışında işlerde çalıştım. Üretkenliğimin olmadığına, refleks ve yeteneklerimi yitirdiğime inandığımda da çalışmalarıma son verdim, artık araba bile kullanmıyorum.
Son söze geçmeden önce yeterli olur mu bilmem, kendimi anlatmak istiyorum, belki abartılı sayılsa da.
BEN (2004)
“Dizelerle hissi anlatmak değil kolay,
Kolay olsaydı sanırım olmazdı olay,
Diyemem ki her şeye; “Peki!”, “Olur!”, “Hay! Hay!”
Yalakalık, yağcılık yapmak değil huyum.
Daima diktir, kimseye eğmem asla baş,
Derler ki; yuvarlanırsa yosun tutmaz taş,
Sanma ki kinci, şaşkınla olurum yoldaş
Uğraşma! Tersine akmaz bir damla suyum.
Doğdum, yaşadım bir zaman ben de oldum genç,
Bugünü ayıplıyorum ama çok iğrenç,
Fikirler kalsaydı beyinde keşke hep dinç
Benim için olurdu az da olsa doyum.
Safsataya inanmam, yalana karnım tok,
Şamataya gerekliliğim, hiç arzum yok,
Özverim! Maalesef o, işte biraz çok
Nezaketedir sevgim, saygım, hem beş duyum.
Açamam üçkâğıtçıya, şerefsize el,
Haramsa olan, tok değil, aç yatmak güzel,
Ödemem soysuz-kalleş insan için bedel
Aldırmam! Dolmasın, boş kalsın derman kuyum.
Zırvalamak istemem hiç ileri-geri,
Hayatta her şeyin mutlak vardır bir yeri,
Aç ve susuz kalsam da bir kemik bir deri
Namerde açmam hiçbir an el, budur huyum.
Beynimde yer kaplar çağıran ezan sesi,
Duyarsam Kur'an denen okunan nefesi,
Sevap aramaktır hep ruhumun neşesi
Zemzemle yıkanmış değil, işte ben buyum!”
ODAM, BENİM ODAM -veya-
PASAKLI DÜNYAM (2005)
“Kalemlerim, silgilerim karmakarışık,
Kitaplarım, kâğıtlarım pek sıkışık,
Hepsi benle barışık
Bilgisayarım,
notlarım bölük-pörçük
dizelerim sahipsiz, karışık mı karışık?
düzensiz resimler hem orda-burda
bazısı birbirine yapışık
ama şık mı şık
hele bazı notlar kağıtlarda
kırışık mı kırışık
(yüzüm gibi mesela)?
burası benim odam
benim kimliğim…
Kapı mı çalındı?
Bir ses mi var dışardan, dışarılardan?
‘Kim o?’
Kimse yok,
hem hiç kimse
Sadece yalnızlığım
odamda
-pasaklı dünyamda-
Duvarlarda
Çizgilerde
dizelerde…”
Son bir söz; her ne kadar yasalar, ya da kurallar alıntı için izin alınması koşulunu öne sürüyorsa da, bence kaynak gösterilerek alıntı yapılmasında hiçbir sakınca görmüyorum.
Blog sayfamı hazırlayan oğlum İlker’e ve desteklerini esirgemeyen kızlarım Türkkan ile Türkşan’a ve sayfama gösterilen ilgi için teşekkür ediyorum.
Erol KARATEKİN