Temmuz ayının (Yani Miladi Takvimin Yedinci Ayının) yedisinde, sabah 7 sularında, dokuz ayın sabırsızlığı ile 7. ayda gelmişim dünyaya. Saat; “Yediye yedi dakika kala” desem, tabiidir ki siz inanmazdınız, inanamazdınız bu kadar rastlantıya benim gibi! Bu nedenle “Sabah 7 sularında!” dedim.

“7” sayısının her türlüsü hayatımda, bana etki eden, beni yönlendiren, kendimi yönlendirdiğim rakam olagelmiştir. Başlangıçtan sona kadar hem de. Haydi, sayalım teker teker, sıraya koymadan:

İsmim; Oğuzhan, Soyadım; Zennure,  Annemin adı; Resmiye, Babamın adı; Mehmedî, Vatanım; TÜRKİYE, Başkumandanım, Cumhuriyetimin Kurucusu; ATATÜRK (Yedişer Harfli).

Önceliği dinsel, ya da dini konulara vermek istiyorum.

Namazda secde ederken 7 uzvumuz yerle temas halinde (2 ayakucu, 2 diz, 2 avuç içi, alın.)

 Namazda ilk sure olan Fatiha Suresi; 7 Ayettir.

İslâm’da “Allah’tan Başka Tanrı Yoktur, Muhammet onun elçisidir” temel inancı Arapça ve Türkçede 7 kelimeden oluşmaktadır.

Kur’an’daki Surelerde 7 kez Gök ismi zikredilmekte; Bakara (2/29), Isra (17/44), Müminun (23/86), Fussilet (41/12), Talak (65/12), Mülk (65/12), Nuh (71/15).

Kur’an’da 7 Gün (Bakara; 2/196), 7 Çift (Hicr; 87), 7 Gece (Hakka; 34/7), 7 Başak (Bakara; 2/261), 7 Yeşil Başak ve Besili ve 7 Zayıf İnek (Yusuf; 12/43), 7 Yıl (Yusuf; 12/47), 7 Köpek (Kehf; 18/22), 7 Deniz (Lokman; 31/27), 7 Yol (Müminun; 23/17), Cehennemde 7 Kapı (Hicr; 15/44) geçmektedir.

Hacda Kâbe 7 kez tavaf edilmektedir.

Hacda Sefa ile Merve arasında 7 kez gidip gelinmektedir.

Hacda şeytan taşlanırken 7 taş atılmaktadır.

Mekke-Medine arasında 7 kale vardır.

Dinimizde 7 mertebe (Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvâme, Nefs-i Mülheme, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Radiye, Nefs-i Mardiyye, Nefs-i Kâmile) var.

Mevlevilikte 7; Bilgelik Rakamı olarak kabul edilmekte, 7 selâm vardır.

Yunus Peygamber, Diyarbakır kalesinde 7 yıl oturmuş(muş).

Eyüp Peygamber, Harran’da bir mağarada 7 yıl çile doldurmuş(muş). (Çilenin 7 yılda doldurulduğu ifade edilmektedir).

Hazreti Süleyman Tapınağı; 7 basamaklı.

Süleymaniye Camii; 7 yılda yapılmış.

Kâinat [Kur’an’da El A’raf (7/54), Yunus (10/3), Furkan (25/59), Secde (32/4, Hadid (57/4)]  6 dese de) sonuç sözlere göre 7 günde, 7 tabaka olarak yaratılmış.

7 Günah; Kibir, Açgözlülük, Şehvet, Kıskançlık, Oburluk, Öfke, Tembellik var.

Güneş Tanrısı; 7 Ruh.

 Eshab-ı Kehf; 7 Uyurlar.

Mevlâna Mesnevisi; 7 Cilt. Öğüdü; 7 Adet (Cömertlik ve Yardım Etmede Akarsu Gibi Ol! Şefkat ve Merhamette Güneş Gibi Ol!  Başkalarının Kusurlarını Örtmede Gece Gibi Ol! Hiddet ve Asabiyette Ölü Gibi Ol!  Tevazu Ve Alçak Gönüllülükte Toprak Gibi Ol! Hoş Görürlükte Deniz Gibi Ol! Ya Olduğun Gibi Görün, ya da göründüğün Gibi Ol!)

7 Yıldız, 7 Akıldan da bahsedilir.

Kefen; 7 Arşın bezden.

Bursa’da 7 Osmanlı Türbesi (Emir Sultan, I. Murad, II. Murad, Osman Gazi, Yıldırım Beyazıt, Yeşil Türbe ve yaklaşık 100 yıllık süre içinde, yaptırılan 12 ayrı türbenin olduğu tek türbe) var.

Allah cenneti 7 günde yaratmış. Cennet ve Meleklerin 7 ile ilintili olduğu söylenir, ama nedenini bilemem.

Tasavvufta 7 İlke; Dört Kapı (Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat) ve 3 Makam (Adâb, Ahlâk, Ahval) Toplamı 7.

Dünya Gelişim Temelinin Sayısı; 7 dir. 3 (Ruh, Madde, İnsan) + 4 Hava, Su, Toprak, Ateş) toplam 7.

Doğada bilinen 7 Gerçekleri;

Yüzümüzde 7 açık nokta var; İki kulak, İki göz, İki burun deliği ve Bir ağız. (Hatta buna ait bir bilmece de var: “7 delikli tokmak, bunu bilmeyen ahmak!” diye).

Haftada 7 gün var (Pazartesi,  Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar).

Nota sayısı 7 (Do, Re, Mi, Fa, Sol, Lâ, Si…).

Yerin 7 kat altı, 7 kat üstü var.

Gökkuşağı 7 Renk (Kırmızı, Turuncu, Sarı, Yeşil, Mavi, Lâcivert, Mor).

7 İklim,

Dünyada 7 Kıta (Avrupa, Asya, Afrika, Avustralya, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Antarktika)

Çevremizde 7 Gezegen (Dünyamız hariç, Güneşe yakınlık sırasına göre; Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün) var.

Dünyanın 7 harikası var (Keops Piramidi, Babil’in Asma Bahçeleri, Zeus Heykeli, Rodos Heykeli, İskenderiye Feneri, Halikarnas Mozelesi, Artemis Tapınağı).

Büyük Ayı Yıldızının 7 yıldızdan meydana geldiği (ve Kırgız Türklerince “7 Bekçi” olarak adlandırıldığı) bilinmektedir.

Soyumuzun 7 göbek olduğu söylenmektedir.

En çok bilinen ve tanınan Yediveren Gülünü unutmamak gerek.

Ülkemiz 7 coğrafi bölgeden müteşekkil (Batı, Marmara, Orta, Güney, Kuzey, Doğu, Güney Doğu).

Ülker yıldızına 7 Kandilli Süreyya denmektedir.

Bunlar hemen aklıma geliverenler…

İtiraf etmeliyim ki,  bu satırlara başlamak, ya da yazmak,  07.07.2007 tarihinde aklıma gelmedi, gelemedi (Yani; 07.07.07 tarihinde).

7 ile ilgili diğer ilintileri, 7 sayısı hayatıma egemen olduğu için, derlediğim notlardan (imiş eki ile) şöyle sıralamam mümkün:

7 Kocalı Hürmüz, Pamuk Prenses (ya da Alice) ve 7 Cüceler, İstanbul 7 Tepe Üstünde (İtalya’nın Başkenti Roma’nın da, Brezilya’nın ikinci büyük şehri Rio De Janeiro’nun da 7 Tepe Üstünde olduğunu okudum gibi hatırlıyorum), James BOND 007... 

Bunlara ek olarak (imiş eki ile diğer sıralayabileceklerim):

Yahudilerde Kutsal Şamdan 7 Mumlu,

Eski Yunan Uygarlığında 7 Akıllı Adam,

Mitolojide 7 Esas Tanrı,

Mısır’daki RA Tanrısı 7 Ruhlu,

Tibet’te 7 Buda, 

Çin’de 7 Kutsal Element,

Feng Shui’de İletişim Sayısı 7,

Tarot Falında 7 Zafer Sayısı,

Kızılderililere, Avustralya’da Aborjin ve Kulinlere Göre Mevsim Sayısı 7,

Eskimolarda “Kar” 7 Harfli,

Zulu Süsleri 7 Renkli,

Afrika’da Kvanza Bayramı 7 Sembollü imiş!

Ayrıca 7 Sayısı Çinliler tarafından uğursuz sayılıp ölümle ilişkilendirildiği halde, Japonlar için -tersine- 7 Rakamı uğurlu sayılmakta imiş!

Bunlara ek olarak bir yazar da şöyle eklemeler yapmış 7 rakamı ile ilgili olarak:

Mevlana Yılı (1207–2007),

Denizlerin Figüratif Sayısı 7,

7 Kardeşe 7 Gelin ve

7 Günah Filmleri ile

Benim zamanımda İlkokula (İlköğretime) Başlangıç Yaşı 7.

Bir diğer yazar ise;

Hıristiyanlıkta 7 mührün açılıp, 7 kiliseye gönderildiğini,

Nihai yargı günü 7 borunun çalınacağını,

Yaradılışın 7 aşamadan oluştuğunu, bilgeliğin 7 sütunla ifade edildiğini, şenlik ve törenlerin 7 gün sürdüğünü, kurbanların kanlarının 7 kez akıtıldığını,

Çin’de yaşamın ve doğumun ilişkisi ile kız çocuklarının süt dişlerinin 7 aylıkken çıkmağa başladığını, 7 yaşında iken dökülmeğe başladığını, 14 (2x7) yaşında erginliğe ulaştığını, âdet günlerinin 28 (4x7) gün aralıklarla, hamilelik döneminin son âdet gününden itibaren 280 (40x7) gün sürdüğünü,

Sufi inançlarında, Âdem’den Muhammed’e büyük peygamberlerin sayısının 7 olduğunu,

İnsan vücudunda 7 hassas nokta bulunduğunu, insanın manevi gelişiminin 7 kapıdan geçerek tamamlandığını,

Tevrat’a göre; Nuh gemisine her hayvan türünden yedişer tane almıştır. Yedi bölümünden oluşan geminin Tufanın hazırlıklarının ve tufanın 7 gün sürdüğü, yedinci ayın, yedinci günü Ararat’a ulaşmış olduğu ve gemiden uçurulan güvercinin 7 gün süre ile uçtuğu, ancak sekizinci gün geri döndüğünü,

Budizm’de Buda’nın doğar doğmaz yürüdüğünü ve adımlarının sayısının 7 olduğunu,

Altay Türklerine göre ay tutulmasının 7 başlı dev (Ejderha) yüzünden meydana geldiğini,

7 Aylık doğan bebeklerin 8 aylık doğan bebeklere göre daha fazla yaşama şansına sahip olduklarını belirtmiştir.

7 Günahtan sakınmak gerektiği belirtilir, bunlar; Kibir, Açgözlülük, Aşırı Cinsel İstek (Şehvet), Kıskançlık, Oburluk ya da genel anlamda ayyaşlık, Öfke, Tembellik.

Kısa bir bilgilendirme daha; Tevrat ve İncil’de 7 sayısı yaygın bir şekilde görülmektedir; 7 Rahip, 7 Trompet, 7 Kilise, 7 Mühür, 7 Kâse, 7 Yıldız, 7 Boynuz, 7 Ruh, 7 Şamdan, 7 Canavar…

Ayrıca ne anlamda söylendiği konusunda bilgim olmayan deyişleri de sıralamamamın gerektiğini düşünüyorum;

7 Yıl Savaşları, 7 Hafta Savaşı, 7 Âlimler Öyküsü, 7 Çoban Kız, 7, Oğul, 7 Bilge, 7 Musalar, 7 Kurban, 7 Kamış, 7 Engel, 7 Askı, 7 Kulaç, 7 Kendinden Geçmiş Melek, 7 Kez Tekrar, 7 Şans Tanrısı (Şişi-Fuku-Cin), 7 Meşaleciler, 7 Kır Barajı, 7 Katlı Yol, 7 Rüzgâr, 7 Çöl, 7 Kat Gökyüzü, 7 Belâ, 7 İklim-Dört Bucak 7 Kat El, 7 Tur, 7 Mahalle Duymak, Yediden Yetmişe, 7 Düvel, 7 Göbek, 7 Başlı Yılan (Ejderha; 7 harfli), 7 Dağın Arkasındaki 7 Cüce… Aklımda kalanlar.

Ve; dilimize pelesenk(1) olmuş yanlışlıklar; “7 Canlı” denir, aslı; “9 Canlıdır.” “7 Gün, 7 Gece” sözü de aslında  “40 Gün, 40 Gecedir.”

İşte benim hayatıma da etki edenlerin, derleyebildiklerimin, belki de tamamlanamamışların listesi. Tüm saydığım ve de sayılan bu şeylerin bana etkisinin olmadığını söylesem fazla safdillik(2) mi etmiş olurum ki? Çünkü bazen, bazı konularda öylesine eksikliğim olur ki; Kerrat Cetveline göre yedinin katlarını bile bilmem belki!

Ama en önemlisi, ilk altısını hatırlayamama rağmen dünyaya yedinci kez geldiğim inancındayım. Kutsal Kitabımız Kuran’ın bir yerlerinde de yazılmış olan ayete göre(3) yeniden dirilmeye inanmak için siz kendinizi zorlamayın isterseniz.

Dediğim gibi önemli olan bunu benim bilmem, benim inanmam. Reenkarnasyon (Tenasüh); Yeniden Ete Girme demek, Tekrar Dirilme, Tekrar Doğma, Yeniden Diriliş de denebilir, diğer deyişler olarak.

Gelin burada dizelerimi paylaşalım yeri gelmişken:

“Yaşam; önemli, kutsal… Yesem, içsem, nefes alsam,
Hep seni yaşayacağım, hem ağlasam, hem gülsem,
Sana aitim, bir kere daha dünyaya gelsem
Sana nasıl söylesem, nasıl anlatsam ki, bilsen?

İlk nuruyla güneşin, nasıl uyanırsa doğa,
Nasıl verilirse yavruya istenen ilk lokma,
Ve niçin filizlenirse ilk tomurcuklar dalda?
Sen öylesine yaşayacaksın, yeter ki bil, sen!

Ömrümün aydınlığısın, hem gönlümün baharı,
Tüm hülyalarımın düşüncelerimin kararı,
Öte dünyamın günah, sevap, zarar ve yararı
Senin için yaşadığımı ah anlayabilsen!
(4)

Sizlere, yedincisini sürdürdüğümü iddia ettiğim bu yaşamımda yediye nasıl ulaştığımı ya da 7 kere âşık olmamı anlatmağa çalışacağım.

Şu anki 7 ile uğraşımın önemini de merak etmeyin. Sanırım ben anlatırken, daha doğrusu yazarken, siz okurken beraberce yaşayacağız onu.

Aslında kutsal kitabımız Kur’an’da da yedilerden bahsedilen bölümler olduğunu yukarılarda aktarmaya çalıştım bir nebze(5). Ancak benim 7 ile uğraşım, kutsal kitabımızla hiç ilgili değil. Çünkü belki hiç öğrenemediğimden, belki de unuttuğumdan dolayı din ile ilgili; “Besmelerrahim!(6)” demekten başka hiçbir şey bilmediğimi söylemem gerek. Ama ateist(7) değilim, eksiklerimi bildiğimi söylemek istedim sadece.

Yeni yaşamımda ışıkla ilk tanışmam, dünya güzeli ilk insanın kokusunu da soluduğum nefeslenmemle başlar. İlk aşkımın da onunla özdeşleşmiş olduğunu söylemem yalan (ya da yanlış) olmaz. İlk dokunuş, ilk heyecan, ilk görüntü, ilk ses… İnsan, insanı nasıl anlatırdı ki bu evrede?

İlk aşkım; sevgili annem Resmiye idi kısaca (7 harfli), anlatamayacağım, anlatılması mümkün olmayan. Herkesin bildiği, anladığı gibi… Aksi takdirde;

“Anne sevgisi bütün sevgilerin kaynağıdır. Cennet annelerin ayağının altındadır.” (Peygamberimize ait sözler),

“Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar!”,  

“Hiçbir süs bir kadını analık sevgisi kadar güzelleştiremez.”

“Analık kadının en büyük şerefidir.”

“Değeri ölçülemeyen tek şey anne sevgisidir.”

“Kul hakkı Tanrı hakkından, ana hakkı tüm kul haklarından üstündür.”

“Anasız ev ıssız geceye benzer.”

“Ana sevgisi, bütün sevgilerin kaynağıdır.”

“Ana evin direğidir.”

“Anneler, dünyanın en kutsal varlığıdır.”

“Ana gibi yâr olmaz!” mı denirdi, aklıma geldiği, ya da aklımda kaldığı kadarıyla?

Ve hemen eklemem gerek ki; yaşamda beni en çok etkileyen; “Kesildi mi ellerin? (8) diyen iyi ve ünlü bir şairin bir annenin feryadı, diyebileceğim dizeleri. Ana kıymeti bilmeyen, anasını bıçaklayan zalim bir evlâdın anasının kanı ellerine bulaştığında, o durumda bile annenin “Kesildi mi ellerin?” şeklinde analık gururunu taşımasının etkisiydi bu.

Anam, Sevgili annem. Belki de üzüntüm olmasın, kahırlanmam beni perişan etmesin diye yedilerle hiç alâkası olmayan oldukça erken bir vakitte, dudaklarına son yudum suyu bile ulaştıramadan terk etmişti annem beni.

Annemin “Allahaısmarladık!” dediğinde vaktin bir kış akşamının karanlıklarına ulaşmak üzere olduğunu anımsar gibiyim. Onunla ilgili zihnimde oluşan son saklı görüntüler, onun hiç de gecikmek istemezcesine alınıp götürülmesi idi. Yedinci gün mevlidi okunurken ben hâlâ yokluğuna tahammül çabası içindeydim, yirmi sekizinci (yedinin katı) yaşlarım civarında…

İkinci aşkım; 7 yaşına bastığım tarihlere rastlar. İlkokul sıralarında üçer kişi olarak oturuyorduk sıralarda, sınıfımızın kalabalık olması nedeniyle. Ön sıralarda boyu kısa olanlar vardı. Kız mevcudu oğlanlara göre fazla olduğundan iki kız öğrenci arasına bir erkek öğrenci olarak oturtulmuştuk, öğretmenlerimiz tarafından.

Benim boyum da pek kısa sayılmazdı, sonlara doğru, sanırım yedinci sırada idim. Sağımda Hüsniye oturuyordu, ikinci aşkım. Solumdaki arkadaşımı ise şu anda hatırlamıyorum bile. Olsa olsa onun da ismi ya Dürdâne idi, ya da Düriye, ya da ona benzer bir isim, yani 7 harfli. Mutlaka yedilere sığınacağım ya, bazen de böyle şeyleri uydurma gayreti içinde oluyorum, işte böylesine.

Üçüncü aşkım, yabancıların “Teenage” dedikleri ilk gençlik devresine rastlar, 17 yaşlar civarı yani. Tüm iyi düşüncelerin dorukta olduğu, her şeyin tozpembe göründüğü, yaşamın her bölümünün iyi, hoş, göründüğü evreler. Tüm etkilerin tesiri altında kaldığım, yaşayamadığım, unutamadığım da. Ben o ruh hali içindeydim işte.

Gördüğüm gözler onundu bu evrede. Duyduğum sesler yine ona aitti. Onu soluklanıyordum nefes nefes. Mevsimler, yıllar, güneş, su, ekmek…

Şairler, yazarlar neleri feda ediyorlardıysa sevdikleri için, ben de aynı fedakârlıkları yapıyordum onun için. Hâlâ bugün bile, isminin aynısının bir başkası tarafından, örneğin onun eşi, çocuğu, ya da kardeşi tarafından söylendiğini duyduğumda onunla ilgili anıları hatırlar, ürperirim. Ondan bahsetmeye doymam olası değil.

7 yaşımda yaşadıklarımı bir kenara koyarsak; “Benim ilk, son ve bir aşkımdı o”, diyebilirim. Hatta iddia bile edebilirim. Adını merak ediyordunuz, değil mi? Tabii ki 7 harften oluşmuştu adı; Ayşegül’ün.

Aydınlığımdı, karanlık dünyamda ışığımdı, beni aydınlatmıyordu ama o, onu görmem için yeterli ışığa sahipti. İlk şiirlerimi onun için yazmıştım.

Bununla beraber onun aşkından cesaret alarak çok şaire de şiirlerinde yardımcı olduğumu söylemem gerek!

Örneğin; Edgar Allan POE’yu teselli etmeye, ona yardım etmeye çalışan, ona yardım eden bendim; “Annabell Lee” için!

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU, “Çatalkaram” ı seslendirirken, Dale CARNEIGE’e “Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak” ı yazarken destek olan, bu gayreti yaşatmaya çalışan yine bendim!

Orhan Veli’ye “Dalgacı Mahmut” unda göğü boyamasını öğreten kimdi sanıyorsunuz? Tabii ki benden başkası olabilir mi idi? Kısaca; ben o idim, her anımda.

İnsan gençliğinde gerçekleri görmüyordu ki büyüklerim on yedilerde başlayan heyecanımı durdurmama yardımcı olmuşlar ve beni aydınlığım, her anımda o olduğumu iddia ettiğim belâdan(!) kurtararak gelecekteki yalnızlığıma hükmetmişlerdi!

Anlıyorsunuz değil mi? Dördüncü aşkım, buna “Zorunluluğum” da denilebilir bir bağlamda, ama ailemin, ama büyüklerimin benim için seçtiği idi. “Aşk; aşktır!” yine de. Bana ömrünü adamayı yeğlediğini(9) sandığım bir insan vardı şimdi koynumda, yaşım yirmi yedilere çan vurduğunda.

Doğrusu bugünlerde ismi bile gelmiyor hatırıma eşimin ama o beşinci aşkımın, yani kızımın, gönül dünyamın sebebi idi.

Kızıma ta eskilerden, mazilerden kalan bir iz ve eksikliğimi örtbas etmek(10), gönlümde yaşam boyu yer eden ses ve isim olarak kalan bir görüntüyü canlandırmak istercesine sadece “Gül” adını verdim doğduğunda, hem yediveren çeşidi olduğundan, hem de tüm ömür boyu gülmesi için.

Türkçemize bir kez daha hayrandım. Ne güzeldi bir kelime ile iki güzelliği birden anlatmak! Anlamak, anlatmak, anlatabilmek ne güzeldi, hem her yönüyle, içimdekilerin katkısıyla.       

“Sen bir kez hülyamda güldün ya,                            Bülbül âşık olunca güle,
Ben de söylerim ki; “Gül Dünya!”                           Gül elbet naz eder bülbüle,
Ak çiçek, al çiçek değil hiç,                                        Hem gün uzun, hem yollar uzak,
Sen; gönlümde açan güldün ya!                                Demez ki bülbül; “Güle güle!”

Sevda yüküyle açınca gül,                                         Aşkı tatmış serseri gönül,
Ona aşık olmuş bir bülbül,                                        Yardım etmiş ona al bir gül,
Deli gönül coşmuş, ağlamış,                                     Sevgiye vermezsen hiç değer,
Bülbül demiş; “Hey! Sen de gül!”                            Derim ki; “İster ağla, ister gül!”

Gül isteyince gülü versen,                                          Al gülün olurum, ak gülsen,
Surat asmayıp gülüversen,                                        Gamzelerin olurum sen gülsen,
Uzağı-yakını yok sayıp,                                             Sabır taşım asla çatlamaz,
İçimdekini biliversen!                                                Mutlu olup yeter ki gül sen!

Yârin elinde bir deste gül,                                          Şiir gibi gelince dile,
Naz etme, bir de şu dosta gül,                                   Şakır bülbül, gibi şelâle,
Yitirilmişken tüm besteler,                                         Ayrılığın zor olduğunu
Sen de yap güle, beste bülbül!                                   Anlatamaz ki bülbül, güle.

Yandı dilim, ha yandı dilim,
Bu aşka nasıl kandım gülüm?
Sevda yükü çok ağır imiş,
Taşıyamadım, aldı ölüm...
(11)

Gül’ün 7 yaşına gelişine kadar tahammüllü oldu bana, annesi. Düşünebiliyor musunuz? O tarihlerde beni, kızımla ben başıma bırakıp gidiverdi. Nereye? Bilmiyorum…

Seneler geçiverdi bir bir. Kızımı tüm aşkımı verecek kadar sevmiştim. Ama benden daha fazla seven de vardı onu. Bir gün bir delikanlı gelip gönül dünyasına konuk edip alıp götürüverdi onu.

Dünyamdan uzaklaşmamışlardı, su, hava, ekmek, kent aynıydı, ama yakın değillerdi bana. Ara sıra biz bize oluyorduk, birbirimize. Bu; bana yetmiyordu, ama daha fazlasını da istemeye hakkım yoktu (galiba, hem eminim).

Bir gün… Yaşadığımın bile farkında olmadığım günlerden bir gün… Bir haber çınladı evrende. Kızımın kızı, benim torunum selâmlamıştı dünyamızı. İşte o; benim altıncı aşkımdı.

“7, tüm yaşantıma egemen olan bir olgu!” demiştim. Yedinci aşkımı düşünüyordum. Bir gün o aşkımla da beraberliğimiz olacaktı, tıpkı geride kalan altı aşkımda olduğu gibi. Gerçek ve son aşkıma dönecektim tevekkülle(12)

Göğün kurşunî bulutlarla kaplı olduğu bir günün sabahında ki, o gün sanırım soğuk bir kış günüydü, kaloriferler yanıyordu çünkü ısrarlı, ısıtıcı, sıkıcı.

Bir delikanlının beni aradığını söyledi doktorum.

Bir delikanlı? “Damat mı ziyarete geldi?” diye düşündüm önce. Böyle bir centilmenliği, böyle bir ince düşünüş yapısı yoktu onun. Çok zaman zorunluluk hissederek gelirdi kızımla ve torunumla. Nerede yaşadığımı da hissediyorsunuzdur böylece.

Doğrusu şu ki; ne kaynata, ne de kaynana için asla sevimli görünmezdi damatlar, sanki kızlarını ellerinden almış gibi göründüklerinden. Doğal bir yaklaşımla bu olguyu oğullarını evlendiren anne ve babaların da gelinleri için düşündükleri, ya da düşünceleri olarak da yoğunlaştırabiliriz.

Zaten kişi yalnızlığı arkadaş edinmişse, çevresinde yaşayanlarda veyahut da yalnızlığında aradıklarını buluyorsa, gelen-gideni de pek özlemiyor, ya da umursamıyor gibiydi, kendisi gibi düşünenler dışında.

Yakışıklı bir delikanlıydı gelen, üzgün, utangaç.  Yıllar öncesinin ezik bir sırrını, özellikle bir başkasıyla üleşmemek arzusunu taşıyor gibiydi.

Yıllar öncesini hatırlamamı istedi, kendisini ismen tanıttıktan sonra. Zihnimin tümünde, yaşantımın şekillenmemiş anılarında, cüzdanımın dibinde, köşelerinde, siyah-beyaz gizlenmiş görüntülerinde. Çalışmıyor gibiydi dimağım(13). Bedenim gibi, beynim de pörsümüş(14) gibiydi.

Genç adam söylemek istediklerini anlatmaya gayretli oldu. Gerçek aşkımın, sıralamada üçüncü dediğim gerçek aşkımın, yıllar yılı suskunluğu ile içinde taşıdığı sevgiyle göçtüğünü, cenazesine gelip gelmeyeceğimi sormaya geldiğini, bunun, ona sadakatte kusur etmiş, ancak gerçek sevgiyi unutmamış birinin son dileği olduğu anlatma gayretini yaşadı.

Onun torunuydu delikanlı, kendi isminin benim ismimle aynı oluşunun gerçeğin bir görünüşü olduğunu söyledi genç adam.

Şu ana kadar size yalnız babamın koyduğu Oğuzhan ismimi söyledim, annemin koyduğu ve annem dışında sadece Ayşegül’ün bildiği ismimden bahsetmedim, değil mi? Önemli mi?

Herhangi bir isim yakıştırıverin benim için. Örneğin; benim bu ismim, babanızın ismi olsun, olmaz mı?

Başlangıçta “Gerçek Aşkım” demiştim. Gerçek aşkımın yaşadığı gerçek aşkına, yaşarken gösteremediğim saygıyı hiç olmazsa öldüğünde göstermeliydim. Kendimi oldukça dinç hissediyordum. Delikanlının yardımı ve benimle ilgilenen doktorumun izni ile giyindim.

Bir büyük camiin avlusunda toplanmıştı tüm sevenler (galiba). Meraklı bakışları sezinliyordum, ama umursamazca. Koluma giren delikanlı ve beraber geldiğim diğer bir arkadaşla birlikte tabutunun başına geldim Ayşegül’ün.

Başındaki örtüyü okşadım, incitmek istemezcesine. Ellerimi açtım göğe doğru, kereler kerelerce; “Besmelerrahim!” dedim.

Allah’ıma; “Benim için sen de bir şeyler yap, lütfen!” dedim, başımı bir kez daha gökyüzüne çevirerek. Büyük olanın orada olduğuna inanıyor, hatta biliyordum.

Sonra diğer insanlar gibi sıraya girdim, onların hareketlerini taklit ederek.

Benimle gelen arkadaşım, mezara gitmeme de yardımcı oldu. Hatta yaşamımda ilk defa gözlerimden inen sıcak şeyler için cebinden mendilini çıkarıp silmeme yardımcı oldu.

Gittiğimiz mezarlık denen yerde bir sürü dikili taşlar vardı. Evvelce biliyordum onların neler olduğunu ama Ayşegül’ü onlardan birinin yakınında bir yere koyup topraklarla üstünü kapatırlarken, niye oraya hapsettiklerini anlayamıyordum.

Genç delikanlı ve sonra koluma giren arkadaşla yine yalnızlığıma döndüm.

Yalnızlığımla ilgili söylemem gerekenler var galiba size. Yukarılarda dedim ya, ilerlememiş bir vakitte vedalaşmıştı annem benimle. Babamsa ondan çok önce ayrılmıştı bizden, bizlerden.

Sonra eşim ve kızım (Beşinci Aşkım) beni yalnız bırakınca, torunumu da (Altıncı Aşkım) arada sırada görebiliyor olunca insan yalnızlığa nasıl tahammül ederdi ki? Tahammül edemez, çıldırırdı, değil mi?

İşte ben, çıldırmayışıma neden olan olguyu gerçekleştirmiştim, çıldırmama ramak kala(15), hem kendi kendime, tek başıma! Ve bulunduğum yerde benim gibi olan arkadaşlar, bizler için gayretli olan diğer dostlarla birlikte idim.

Konumumla ilgili alaycı gülücükler, yanlış özdeşleştirmeler beni üzer. Huzur; aranılan, ya da bulunulan yerler bilinmeyecek şeyler değildir aslında…

Bugün, bu kere akşam erken olmuştu galiba. Yatağımda yatarken bir aydınlık oldu önce, sanırım bir yıldız kaydı penceremden. Onu gördüm, aynı siyah-beyaz fotoğrafındaki gibi.

Beni de almaya geldiğini, oralarda bensizliğe tahammüllü olamayacağını anlatmaya çalışıyordu Ayşegül.

Giyinmek için gayretli değildim. O; beni yedinci ve son aşkıma götürmek için gelmişti. Son aşkım; Tanrı’m idi, Allah’ım.

Hemen peşine takıldım…

Oradan ayrılırken, insanların sabah beni yatağımda bulamayınca nasıl şaşıracaklarının düşüncesinde değil, Ayşegül ile beraber Allah yolunda olmamın mutluluğunu yaşama gayretinde idim…

 

YAZANIN NOTLARI:

(*) 7 rakamı ile ilgili bilgilerin bir kısmı, hatta çoğu ansiklopedilerden, gazetelerden, dergilerden ve internetten derlenmiştir. Bu bilgileri derlemeye çalıştığım yazarlar; Verda AYMETE, Atahan UZUN, Ahmet AKYOL, Alpaslan SALT… Mutlaka bu konuyu inceleyen başka yazarlar da olabilir (Aflarına sığınarak bağışlanmamı diliyorum).

Ancak bazı gerçekleri sıralamam gerek. Yaşamda gerçek annemin ismi; Resmiye, babamın ise Mehmet (Sırf 7 rakamına uyması için ufak “î” eki ile ismini Mehmedî dir.

Zennure; rahmetli kız kardeşim Zinnur’un isminden esinlenerek kullandığım bir isim.

Doğumumda annemin bana ilk koyduğu isim Oğuzhan olup rahmetli kardeşim Zinnur bu ismi çağrışım yapıp tek oğluna koymuştur.

Ve gerçektir ki; anemin aldığı notlara göre 14.MAYIS.1942 yılında Saat; 6.45-7.00 civarında doğmuşum, Nüfus Kâğıdımdaki doğum tarihim o günün koşulları nedeniyle farklıdır.

Diğer dinler, inanışlar, hurafeler olarak kitaplarda uzun sayılacak 7 rakamı ile ilgili birçok bilgiler. Hepsini değilse de çoğunu inceledim. Ancak hepsini yazmaya kalkışsam hem konu dağılacak, hem öykü değerini yitirecek, hem de okuyucu sıkılacaktı. Bu nedenle ben bir-iki tanesi hariç sadece bizi ilgilendiren dini bakımdan ve yaşamımızla ilgili olanları kaydetmeye çalıştım. Bu da bizim için yeterli oldu, düşüncesindeyim.

(1) Pelesenk (Daha doğrusu; Persenk); Dilimize ilk haliyle yerleşmiş aslı bir nevi ağaç olmakla birlikte konuşurken gereksiz yere tekrarlanan sözcük, söz, söz dizisi anlamındadır.

(2) Safdillik; Saflık, temiz kalplilik, alçak gönüllülük, kolay inanırlık, aldatılabilirlik, kerizlik.

(3) Kur’an’ı Kerim’in Bakara Suresinin 28. Ayetinde; “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki; siz ölüler idiniz, o sizi diriltti. Yine öldürecek, yine diriltecek, sonra ona döndürüleceksiniz!” denilmektedir.

(4) KARATEKİN, Erol. 1998 Yılı. “YENİDEN DOĞUŞ”

(5) Nebze; Çok az şey, az, pek az, “Bir parça” anlamıyla “Bir nebze şeklinde kullanılır.

(6) Besmelerrahim;  Türkçemizde, dinimizde böyle bir kelime yok. Cahil ve diniyle ilgisi olmadığını belirttiğim Oğuzhan’ın Müslümanların besmeleyle bir işe başlarken ve “Esirgeyen ve bağışlayan Tanrı adıyla” anlamındaki “Bismillâhirrahmanirrahim” kelimesiyle oluşturduğu bir kelime.

(7) Ateist; Ateizm yanlısı, dinsiz, imansız, Allah’a inanmayan (“Tanrıtanımaz” demek yanlıştır).

(8) Kesildi mi Ellerin; Mehmet Emin YURDAKUL’a ait muhteşem duygu yüklü, insanı etkileyen bir şiir. “Ana, ana, hişt, hişt!...” diye başlayan şiir; “O kan ne?/O damlayan kimin kanı, avucunun içinde?/Yoksa beni vurur iken, bana bıçak saplarken/ kesildi mi ellerin?” ve  “Kaç buradan bir kuş gibi!/ Ben kanımı helâl ettim, sen de affet ya rabbi!...” şeklinde biter.

(9) Yeğlemek; Bir şeyi diğerlerinden daha üstün, daha iyi, daha uygun görüp o şeye yönelmek, tercih etmek.

(10) Örtbas Etmek; Bir durumun duyulmamasını, yayılmamasını sağlayacak önlemler almak.

(11) KARATEKİN, Erol. 2004 Yılı. “GÜL ÜSTÜNE MANİLER”

(12) Tevekkül; Her şeyi Tanrı’ya, yazgıya bırakma, yazgıya boyun eğme, her şeyi Tanrı’dan bekleme.  Allah’a, kaza ve kadere inancımız. Hedefe ulaşmak için maddi ve manevi her türlü sebebe sarıldıktan, başvurulduktan ve yapacak başka bir şey kalmadıktan sonra olayların sonucunu Allah’a bırakmak. Tevekkülden önce, gerekli tedbirlerin alınması da gereklidir doğal olarak.

(13) Dimağ; Beyin. Bilinç. Zihin. Kafatasının üst bölümünde, beyin zarı ile örtülü, iki yarım yuvar biçiminde sinir kütlesinden oluşan, duyum ve bilinç merkezlerinin bulunduğu organ.

(14) Pörsümek; Gevşeyip sarkmak. Sasılaşmak.

(15) Ramak Kalmak; Bir şeyin olmasına az kalmak. Hemen hemen, az daha olacak, kıl payı kurtulmak.