Örf, âdet, gelenek, anane ya da görenek... Koskoca şehirde annem, babam dâhil çok insan eskiye, eskilere sadıkane(1) bağlıydı, hatta batıl inançlara, hurafelere(2) bile, hem her bakımdan.

Aslında beş vakit namazlarında-niyazlarında(2) olmalarına rağmen inandıklarının bi’dat(2), hatta şirk(2) olduğunu düşünmek bile istemiyorlardı. Oysa gerçeklerin insanların kendilerini inandırabildikleri kadar doğru olduğunu, birine atılacak en sert tokatın yüzüne vurulacak gerçeklerin olduğunu nasıl bilmezlerdi(3) ki?

Bir de körü körüne(4) imamlara, hacı-hocalara inanmak, anlamını bilmeksizin Kur’an’ı okumak ve cenneti umup, cehennemden kaçınmak için inançlarımıza bile ters gelecek davranışlarda bulunmanın meziyet(1) olduğunu sanırlar ki, bunların çoğu, Allah’tan korkmak, mükafatlanmak(5) değil, kullarından “Aferin!” almak isteği gibi görünür bana.

Bana göre; bu insanlar güzel bakıp güzel görmeyi, güzel düşünüp güzel yaşamayı bilmedikleri gibi öğrenmemek konusunda iddialıdırlar. Peki, çirkin, yanlış, hatalı, kaba olmak ya da bu sıfatlarla el birliği yapmak marifet(1) midir ki?

Affetmek, yanlışı ikaz etmek, doğruyu en güzel bir biçimde göstermek büyüklükken, neden yargılamakla, suçlamakla, hoş görmemekle(5) küçülürdü ki insanlar?

“Ananeler” dedim. Bunlardan bir tanesi benim için çok önemliydi; tüm, hadi abartmış olmayayım çok yörenin aksine askere gitmeden önce başımın bağlanması gibi...

Sanki bulunmaz Hint Kumaşıydım(4), matah(1) biriydim de, gittiğim yerlerde genç kızlar benim gibi bir çulsuzu görüp, bilip, alıp kapacaklarmış şeklinde.

Bu durumda benim gibilerin tercihmiş, beğenmeymiş, evvelden bir istediği varmış gibi, hiçbir hakları yoktu, üstelik yaşlanarak bedbaht olsalar da. Bir diğer deyişle hapırsa da, köpürse(4) de sen senin için uygun görülenle ömrünü tüketmek için start almışsındır(5), finişe de beraber ulaşmak(5) zorundasındır. Artık kendin mi ulaşırsın, eşin mi? Maksat nesep(1) devam etsin, torunlar kucaklara doluşsun!

Aslında, ataerkil(1) bir yapıya sahip köyümde tüm gelişmeler ağa düzeni gibi babaların iki dudağı arasında idi. Anaların, hele hele kızların söz hakkı hiç yoktu; “Hem ağlarım, hem giderim, Gelin ata binmiş; ‘Ya nasip!’ demiş!” en çok kullanılan söz dizileriydi.

Babaların; yanlışı-doğruyu, günahı-sevabı, aklını-zekâsını kullanıp-kullanmaması önemli değildi, hariçten kim gazel okursa okusun(5); “Dediğim dedik, çaldığım düdük!” tavrında tek kumandan, tek seçici, tek karar verici idi.

Bu zorunluluğa o günlerde isyan etmiştim, sevgilim falan olduğundan, yaşamak istediğim bir hayatı plânladığımdan değil, şehri, şehirleri, şehir insanlarını merak ettiğimden, onlar gibi olmak istediğimden.

Ben bana hükmedenler gibi aynı olmayacaktım çocuklarımla!

El ele tutuşmamış olsak da, uzaktan akrabamız olduğunu bildiğim, çok zaman göz göze geldiğimiz, güzel, edepli, terbiyeli, hatta bize göre biraz daha varlıklı Ayşe ile evlenecektim. Oğlan tarafı yani bizim taraf istemiş, karşı taraf söz vermişti!

Söz namus demekti, söz bir Allah birdi. “Siz bilirsiniz!” deme hakkımız bile yoktu, hem kim kaybetmişti ki, ben, biz bulaydık? Oysa okumak adam olmak istiyordum, olmadı.

Davul çalınıp gelin ata bindirilip “Ya nasip!” denildiğinde ben 16, Ayşe 14 yaşlarında idik, eğer sevinç denilebilirse sevincimizde, sanki babaların değil, ailelerin kararı ve kendi arzularımızla, geç kalmaksızın birbirimizi severek, isteyerek evlenmişiz gibi.

Birbirimizin olmuştuk, henüz akıl baliğ(4), yani ergenliğe ilk adım atışlarımız ertesinde gibi. Boş duranı Allah sevmezdi! Başlangıç için geçerliliği önemsiz olsa da daha çok gücüm vardı baba adayı olarak ve gücümüz vardı, tarla, tapan, bahçe, irat için.

Önce oğlumuz Emin Cansu sonra kızımız Emine Aysu doğdu, ben daha askere gitmeden. “Üç çocuk, ikisi ana-babaya mahsup edilir, üçüncüsü dünyaya kâr kalır!” felsefesi(1) ile ben askerdeyken ikinci kızımız Emire Göksu geldi dünyaya.

Oğlanın isminden sonra atalar devre dışı, bu kez anneler devrede idi. Onlar bizim verdiğimiz isimlere kendi isimlerini eklediler, daha doğrusu biz o isimleri çocuklarımızın isimlerine yamamak zorunda kaldık! Dünyanın en zor işlemlerinden biri olsa gerekti, çocukların da çok zaman ikilem(1) içinde kaldıkları. Aileler yanında Emin, Emine, Emire biz bize iken Cansu, Aysu, Göksu...

Bebelerin küçüklüklerinden başlayan serüvende mutluyduk. Ta ki önce oğlan, sonra diğerleri okumak için arzulu olunca şehre taşındık, bir yerlerde iş buldum, köyde ne var yoksa akrabalarla para mukabili el değiştirdik, bizi köye bağlayacak bir şey yoktu, bayramdan bayrama mezar ziyaretlerini yapacağımız büyüklerimiz dışında. Yoksa sıra sıra üç çocuğu nasıl okuturduk ki?..

Mahcup etmediler(5) bizi, okuyup adam oldular hepsi ve ben, daha doğrusu karımla biz onların ilk ikisini, öncesinde ikincisi, sonra birincisi olmak üzere gönül dünyalarında istedikleri ile baş başa bıraktık, bize uygulananın katı kuralın kırıntısını bile çocuklarımıza uygulamayı aklımızdan geçirmeksizin.

En sona Göksu kalmıştı, sanırım 22 yaş civarlarında idi, mezuniyet töreninin ardından bir oğlanın elinden tutarak, peşlerinde bir aile birikimi ile yanımıza geldiğinde o zamana kadar yaşamadığımızı yalnızlığa itilmek üzere olduğumuzu hissettik. Bir şeyler de kopunca temelli hüzne gömüleceğimizin(5) farkındaydık.

“Arkadaşım!” dedi Göksu, delikanlıyı işaret ederken, ismini söylemeden hem.

“Gençsiniz, iyi düşündünüz mü?” dediğimde;

“İlk yıldan beri devamlı düşündük, bugün tanıştırmayı düşündüm sizinle, karşısı beni biliyor!”

İçten pazarlıklı görünen bir gerekçe…

“O halde kurallar neyi gerektiriyorsa, aranızda konuşun bilgilendirin bizi.”

Aslında biz bize iken konuşulacak şey; son numaramızın önünde ağabey ve abla örneklerinin olması idi. Onlarla detaylı görüşmüş, ailelerle tanışmış, düşünüp, oturup, konuşmuş ve plânlama sonucu baş göz etmiştik onları. Göksu’nun yaşattığı gibi emrivaki(1) bir durum yaşamamış, yaşatmamıştık da.

Ama “Gönül ferman dinlemez!” sözünün gereği olarak hayırlı olmasını dilemek dışında elimizden bir şey gelmezdi, tahminen at da, dört nal da hazır olunca.

“Davul dengi dengine çalmak için gayretliyse, ne elden bir şey gelir, ne de kösteklemek bize yakışır. Yapacağımız tek makul(1) davranışımız ki, bunda da benden ziyade anne olarak senin hakkın var. Biz, bize düşen için hazırlanacak, hazırlıklı olacağız. Ancak her şeye rağmen aslımızı, köyden geldiğimizi inkâr etmeksizin benim, bizim değil şehrin, medeniyetin kuralları geçerli olacak, gereği için, tıpkı ilk ikisinde yaşadığımız gibi…”

Herhalde karıma tüm açıklığı ile ifade etmiş olmalıydım içimden geçenleri...

Son kuş da uçtu yuvadan! O, bizim düzenimizi, yaşamımızı tanzim eden meleğimizdi, Tamamen boşlukta kalmıştık, itirazımız olmamasına rağmen. Tanrı sonralarında beni iyiden iyiye yalnızlığa mahkûm etmişti. Şair; “Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir / Gittikçe artıyor yalnızlığımız…(6) demişti.

Benim için “Dostlar” yerine “Ailem” olarak şekillendirmeliyim diye düşündüm dizeleri. Çünkü Göksu’nun da alıp başını gitmesinden sonra boşluğa, yokluğa, yalnızlığına tahammül edemeyen karım da beni yalnız bırakmak için işin en kolay tarafını bulmuşçasına ruhunu Tanrıya, bedenini toprağa teslim etmiş ve beni iyiden iyiye yalnızlığa mahkûm etmişti

Ve ilk kez karımın kırk mevlidi okunurken zamanında bir müteşairin(7) dizelerini alkışlarken inkâr ettiğim alkolle tanıştım.

“Kanyak, bira, şarap, şampanya veyahut rakı,
Alkolikler arasında bir de güzel şarkı,
Dokunma keyfine, ona tesir etmez baskı
Her alkolik böyledir; düşünmez evi-barkı.

 

Alkolle sigaraya insan hatırla başlar,
‘Bir kadehçik canım! Sanki ne olur, ne çıkar?’
Hâlbuki bilirler de alkolden olur zarar
Bir kaç kişiyse teselliyi alkolde arar!

 

Alkolün olduğu yerde, görürsün kumarı,
Damarları kapalı, benizleri sapsarı,
Sallanır alkolikler, eğiktir kafaları
Bu iki âfettir yıkan, nice yuvaları.

 

Alkolü kullananlar ne anlar hamiyetten,
Aynı zamanda hiç anlamazlar nezaketten,
Alkolü bırakanlar kurtulurlar âfetten
Diğerleriyse korkarlar feci akıbetten.

Alkolle sigarayı hiç bir an kullanmayın,
Bunun için hemen Yeşilay’a üye olun,
Çocuğunuza, dostlarınıza aşılayın,
Yeşilay dostluğunu her an sevin, koruyun!
(8)

Dinimiz, sağlığımız, maneviyatımız(1), ruh sağlığımız gibi çok bakımdan içki yasaklı olmasına(9) rağmen alkolle tanışmıştım, alkole bulaşmıştım. İçkinin her bir şey için çare olmadığı, sahte bir araç niteliğinden başka belirtisinin olmadığı inancındaydım. Hatta dizelerdeki önerilere rağmen tutkun olmuştum, yalnızlığımın çaresi gibi.

Oğlum ve kızlarım, dolaysıyla gelin ve damatlar benim bu halime üzülmüşler, hepsi de bulundukları yerlerden, belki de daha yüksek makamlara ulaşacakken, yani bir bakıma kariyer(1) sahibi olacaklarken, beni yalnız bırakmamayı arzulayarak bulunduğum şehre atamalarının yapılmasını istemişlerdi. Oysa bilmem kaç kez yalvarmıştım onlara;

“Bırakın beni, hâlâ acılar içindeyim, kalan ömrümü böyle tüketmeye devam edeyim.” diyerek.

              Bırakmadılar, başlangıçlarda işlerini, güçlerini, kocalarını, çocuklarını bırakıp uzun yolları tepip gelen kızlarım, evimin temizliğini yaparken, balkonda birikmiş şişeleri atarlarken benden daha çok utanıyorlardı, üzüntü katkısıyla.

Aklımdayken, unutmadan söyleyeyim; ne damatlarımın, ne de kızlarımın amirleri onların tayin dileklerine kulak asmamış, karşılamamışlardı. Oğluma ise; “Önümüzdeki yıla bakalım, inşallah, maşallah!” denmişti.

Umut, fakirin ekmeği idi ya, oğlumun gelecek olması beni alkol denilen illetten kurtaracak gibime geliyordu, bağımlıydım ve terk etmek için kendi gücüm yoktu, bana göre.

Ve dizelerde yorulmaya devam ediyordum;

“Üzüldüm mü, ya da kanadıysa yaram,
Neşelendim mi, azalmadıysa param,
Aktır, yaşamda hiç olmamıştır karam,
Çünkü iyidir dostlar, alkolle aram!

 

Çoluk-çocuk, torunlar çevremde ise,
Coşarım düşmem asla gama, yeise,
Hele bir de şişeler bana; ‘Gel!’ derse
Çünkü iyidir dostlar, alkolle aram!

 

Neşe olunca çevremde öyle çok çok,
Sevinç aşamasa da gönlümü, yok yok,
Hissedemem hiç kendimi asla bom.ok
Çünkü iyidir dostlar, alkolle aram!

 

Dert, tasa, keder çalmaz mı hiç kapımı?
Üzüntü kahretmez mi ölgün yapımı?
Unutuveririm ilâç, ya hapımı
Çünkü iyidir dostlar, alkolle aram!

 

Aramam, demem hiç asla; ‘şu -ya da- bu’
İsterim her şey yanında azıcık su,
İnanmasanız da gerçek bu doğrusu;
Çünkü iyidir dostlar, alkolle aram!

 

Yakışmaz belki bin kere tövbe bozmak,
Dünya bile kalmış mı, doğru mu azmak?
Galiba en iyisi çileyi yazmak
Çünkü iyidir dostlar, alkolle aram!

 

Bir dost cenazesinden geri dönüşte,
Ya da doğum olan herhangi bir işte,
Hiç sıkıntı basmaz bedenimi işte,
Çünkü iyidir dostlar, alkolle aram!

 

Vursa da felek sille, ben ayaktayım,
Kör talihe rağmen, hâlâ hayattayım,
Kendim değilsem de bilirim Hakk’tayım,
Çünkü iyidir dostlar, alkolle aram!

 

Mümkün değil olmam gayretli, çelebi,
Kötülük yok içimde, buzdağı gibi,
İçiyorsam vardır elbet bir sebebi,
Çünkü iyidir dostlar, alkolle aram!

Oğlum, belki de alkolden arınmam için başlangıç çaresi olarak düşünmüş ve karar vermiş olsa gerekti, meşgul olmam için. Orta karar bir akvaryum, 3-5 lepistes(1), bir çöpçü balığı ki ona Cabbar(1) adını vermiştim, nereden esinlendiysem(5)?

Yemlerini, aksesuarlarını(1) (ısıtıcı, filtre, termometre, havalandırıcı, iç tasarım için kum, camsı ve gözenekli taşlar, cam misket, istiridye kabukları, bitkiler, oyuncak kalıntısı vb. gibi) almış, kurmuş, ayarlamıştı.

Ve gereği olduğu kadar bilgi vermiş, benim aktivist(1) olmam çabasını göstermiş, bir bakıma bundan sonrasını “adam gibi yaşamam” gerekliliğini bana hatırlatma çabasını yaşatmıştı.

Oğlumun ayrılırken vaadi en geç bir ay içinde özellikle akvaryum temizliğinin nasıl yapılacağım öğretmek ve ilk temizliği beraber yapmamız için tekrar geleceği idi.

Balıkçıkların bakımları kolaydı. Akvaryum temizliğini ise, o koca kafalı, diğerlerinden çok farklı irilikte olan balık yapıyordu. Demek ki; öğrenmem gereken daha çok şey vardı.

Aradan yaklaşık bir ay geçti, nüfusları oldukça artan lepistesler bana, ben onlara alışmıştım. Oğlum, muhtemelen de gelinim bunu yeterli görmemiş olsalar gerekti ki, bu süre sonunda oğlum ve gelinim birlikte iki muhabbet(1) kuşu ile geldiler, oldukça büyük, hangar diyeceğim bir kafes içinde.

Lepistesler konusunda bilgilenmiştim, ama muhabbet kuşları hakkında fazla bilgim yoktu.

Gelinim önce lepistesler hakkındaki bilgilerimi tazeledi(!) sonra muhabbet kuşları ile ilgili olarak bilgilendirdi beni. Muhabbet kuşlarının malzemeleri; kireç taşları, yumurta muhafaza ve doğum evleri, yuvaları, ballı çubuk halinde darılar, temizlikleri, su ve yemlerinin değiştirilmesi, özellikle banyo sularının takviyesi dâhil, tüm konularda.

Lepisteslerle muhabbet kuşları arasındaki en önemli fark; lepisteslerin doğurarak, muhabbet kuşlarının ise yumurta ile üremeleri idi! Birincisine akvaryumda şahit olmuştum, ikincisine de benzer şekilde şahit olursam yandı gülüm keten helva diyecektim. Hemen söyleyeyim ilerleyen tarihlerde keten helva yandı!

Muhabbet kuşlarına ait kitapları da vermişti gelinim ve ilk uygulamayı kendisi yapmıştı. Kafes kapağını açıp serbest bıraktıkları kuşlar, önce onun omuzlarına, sonra benim omuzlarıma konmuşlardı.

İlerleyen tarihlerde ağzımdan, daha doğusu dudaklarımdan yem çalmayı da marifet saymaya başlamışlardı muhabbetler…

Öyle ki yavruların sıraya girdiklerini bile iddia edebilirdim, bu konuda.

Dolaysıyla onlara bakmak en çok zevk aldığım konulardan biri idi. Gazetelerin reklâm ekleri ile altlarını destekleyerek ambalaj kâğıdı ile altlarını temiz tutmaya çalışmak ve iki-üç günde bir altlarını temizlemekten, yemlerinin kabuklarını her gün üfleyerek temizlemek, biten ballı çubuklar yerine yenilerini takmak, sularını değiştirmek zevk aldığım konulardı.

Bir de kafeslerinden çıktıklarında kafeslerine dönünceye kadar azat olma ve tüm nazlanma haklarını sonuna kadar kullanma dileklerine ve şaklabanlıklarına tahammüllü olmak…

İlerleyen tarihlerde son saydığımda on iki kişilik bir aile idiler muhabbetler. Çok kişiler istemiş, hiçbirine kıyamamıştım, aile ferdim, yalnızlığımın çareleri gibi. Hem bağlı, hem de bağımlı olmuştum akvaryumdakilere de, çok zaman serbest bıraktığım, uyurken ninnilerini dinlediğim kafestekilere de…

Üstelik bağlı olmanın mutlaka bağımlı olmak anlamına gelmediğini bile bile. Gerek balıklarım, gerekse kuşlarım, beni yaşama bağlamış, yalnızlığım artmak, birikmek yerine maneviyatımdan belirli süreler için uzaklaşmıştı, diyebilirim.

Oğlum ilerleyen tarihlerde yine gelinimle ve torunlarımla birlikte bu kez iki ayrı kafesle gelmişti, birinde el kadar bir kedi eniği, diğerinde eh ondan az buçuk da olsa cüsseli bir köpek eniği vardı.

“Fazla büyümezler, seni zahmete solmazlar, çaresiz yalnızlığna onlar da ortak olma gayretini yaşarlar” dediler.

Söylemeye gerek yok, çimento torbası hacminde yem, kum, tasma falanlarını, yemek, su, uyku, ihtiyaç molası(!) zamanlarını, kitaplarını, ilgili tüm ilaç vb. ile aşı tarih ve nüfus kâğıtlarını verdiler. Köpeğin kediye göre müşkülpesent(1) olduğunu anlatırken sanırım gelinimin gamzelerindeki çukurlar, yalnızlığımın yok edilmesinde hâlâ tereddütler olduğunu belli ediyordu.

“Oğlum, kızım bu kedi-köpek bir arada nasıl geçinecekler, kuşlara, balıklara zarar vermezler mi?” dediğimde, torunlarımdan birinin kedi ile diğerinin köpekle neşelendiğini işaret eden gelinim;

“Bunlar benim ilgilendiğim evcil hayvancıklar, kimseye zararları olmaz, hazır mama ve pişmiş et yerler. Bugüne değin ben baktım, çok konuda da eğittim şu anda çocukların kucaklarındakileri. Mamalarını getirdik zaten, diğer malzemeleri de ayrı bir poşette. Sıkıntın olursa telefon et, yardımcı olurum...

Olmazsa önce 15 gün sonra, daha sonra ayda bir, tayinimiz çıkarsa her hafta sonu mutlaka gelirim. Ancak köpeği her gün sabahtan ve akşamdan ihtiyacını gidermek için sokağa çıkarmayı unutma, baba!” dedikten sonra, sanki aklına yeni gelmiş ve hatırlamış gibi ekledi.

Herkes kapısının önünü süpürse, şehir tertemiz olur, değil mi baba? O halde uzatma ipliğine eklediğim kaka(1) torbalarını da almayı unutmazsan iyi olur! Ha! Çarşı-pazar poşetlerinden de faydalanabilirsin!”

Doğrusu bu yaşlarda köpek peşinde koşturacağım, şeylerini toplayacağım hiç aklımdan geçmemişti. Dolaysıyla çöpçü balığına verdiğim ismi kendim için de kullanmalıydım; Cabbar...

Başkaları gibi kedi, köpek ya da herhangi bir tüye karşı alerjim(1) yoktu. Yaz nezlesi tek başarılı olan şeydi bedenimde.

Vesile olmuşken ilk gelen muhabbet kuşlarına Çapkın ve Aşkım adlarını verdiğimi ilerleyen nüfusta isim enflasyonu(4) yaratmamak için diğer hepsinin adlarının “Cik! Cik! Cırıp! Cırıp!” olduğunu eklemeliyim.

Köpeğimin ismi, torunlarımın ısrarı karşılığı, ismi ile fazla bir yakınlığı olmamasına rağmen Arap idi. Buna karşın bu sevilenler istisna(1) olmak üzere, diğerlerinde kedi-köpek kavgası yakıştırması olduğu için Arap’ın ismini ters çevirip kedime Para ismini koymuştum. Para sorun yaratmıyordu, mamasını yiyor, kum havuzunda gerekliliklerini yaşıyor, suyunu içiyor, üstelik gelinimin şehirdeki veteriner arkadaşıyla da uyumlu idi, anlaşıyordu.

Ancak Arap, sanki ailede ayrıcalığı varmış gibi özel ilgi istiyordu, Küçük dağları ben yarattım hevesiyle küser, nedenini bilemem, mamasını ille de avucumdan yemek isterdi. Gün boyu sadece kendisi ile meşgul olmamı ister, diğerleri ile meşgul olduğumda biteviye(1) hırlar, havlar ve rica eder gibi genzinden “Hıı, Hık!” gibi sesler çıkartırdı.

Arap’ın çılgına dönüşü(5), tasmasını daha takmadan başlardı, hoplar, zıplar, abanır, âdet olduğu üzere özellikle şaklabanlıklarla, şirinliklerle sağ elimi yalardı, sol elimle muhabbeti yavandı, sebebini ben sormadım, o da söylemedi!

Bulunduğum mahal olan bu ufak sitede; kedi, köpek, tavuk, koyun beslemek, bakmak yasak olarak bir kuraldı. Ancak yalnızlığım nedeniyle komşularım da, çevrem de bana karşı hoşgörülü(1) idi.

Arap’ın götür-getir kafesini görmesi demek; gezmek, tüm ağaçların ve kaldırımların hal ve hatırını sorup selâmlamak(!), poşet gerekliliğini kanıtlamak ve rahatlamak, otların tatlarına bakmak ve evdekilerle olan dostluğuna karşın her cins kuş peşinden koşmak, sokak kedi ve köpeklerine karşı cesaretini ispatlamaktı.

Normalde Arap için ayırdığım zaman çevremizdekilerin işe gitmelerinin ya da dönmelerinin çok çok öncesinde yahut da çok çok sonrasına doğru olurdu, kendisinin halisane(1) duygular ve işaretlerle belirttiği eylemlere göre!

Annesi Arap’ı Kadir Gecesi doğurmuş olmalıydı. Çünkü esrikliğimin(1) doğal, uykumun en tatlı olduğu anlarda, geceymiş, gün ortasıymış, kış-yaz fark etmeksizin yüzümü yalayarak; “Kalk, çok sıkıştım!” şeklinde rica ederdi!

Emir demiri keserdi, serbest kalma hakkını bihakkın(1) kullanamayan Para da ona tanınan bu ayrıcalığa ses çıkarmasa da kızardı, bakışlarından ve bizi kapıya kadar uğurlayışından anladığım kadarıyla.

Doğrusu bir veteriner olarak devlet dairesinde hizmet veren, hayvanlara müthiş bir ilgi içinde olan gelinimin büyük bir fedakârlığı göze alacağını düşünemiyordum. Çünkü mesai saatleri dışında, gayri resmi ve bedel karşılığı olmaksızın şehirde sınıf arkadaşlarından birinin Pet Shop denilen dükkânında o arkadaşına yardımcı oluyordu.

Eğer bulunduğumuz şehre eşi ve dolaysıyla kendisi nakil olursa bu; Pet Shop’u gerekirse görevinden ayrılarak kendisi uygulamak düşüncesindeydi. Genel masraf yanında, çevre edinecek bir dükkân en önemli konu olacaktı, ancak aklımdan geçen, onlara para gerekirse diye düşündüğüm içkiyi bırakma teşebbüsüm olacaktı.

Bu parayı onlara aktaracaktım, içmeyip, bankada, yastık altında biriktirdiklerimin tümüyle, içkiyi bırakmak hayali maddi destek arzum için gerçekti...

Tüm hayvanlarıma bakmak, sabahtan akşamlara kadar onlarla meşgul olmak gerçekten yalnızlığımı yok eden davranışlardı. İyi niyetle olduğuna inandığım tüm davranışlarıma karşın akşamların geciken ertelerine zor ulaşıyordum. Tahammülsüzlüğüme yalnızlık bahanesi ile tutunuyordum, çok eskilerden bir komşuma tavır için kaleme aldığım, dizelerde;

 “Bir araya gelmese de hiç yakam, iliğim,
Canım ister mutlaka, hatta kanım, iliğim,
Medeniyet yasak, din haram demiş bildiğim
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

İçkidir, her ne cins olursa olsun, fark etmez,
Beklenir akşam, meret asla özürsüz gitmez,
Bir bardak, bir kadeh başlangıca bile yetmez
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Dolu gelir şişe, kendiliğinden kalmaz boş,
Dostlar meclisinde her şeyim karşılanır hoş,
Yine de ipin ucu kaçar, olurum sarhoş
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Bozuksa moral, tüm şişeler der adeta ; “Gel!”
Sevgi ile okşar saçlarımı sanki bir el,
Kaynak belli, ortam belli, kimse sayılmaz el
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Balık, kırmızı et, beyaz et, meze ayırmam,
Şişe gelince, düşman görmem, dostu kayırmam,
Gerçektir ki, yalakalıkla kemik sıyırmam
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Dışarıda her yemek kazançtır benim için,
Sebeplerini hiç araştırmam, “Neden-niçin?”
Teklifi reddetmem, derlerse; “Buyurun, için!”
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Para yoksa, satılır ceket-pantolon bile,
Yalnız kendim değil, çevrem de çeker çile,
Yine de vazgeçemem, içerim bile bile
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Arkadaş; arkadaştır yalnız, gelince akşam,
Fesat yoktur, neşedir çevrem, nereye baksam,
Geceler aydınlanır, köşemde bir mum yaksam,
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Bizim takım mağlupsa, kalmışsa berabere,
Kızmışsam, şoföre, bakkala ya da berbere,
İşte hazırdır sebep, içmek için habire
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Etkiler hayran olduğum her dize, her şiir,
Veya ulaşan bir şarkı, aşka-meşke dair,
Ondan sonra iplerim kopar, olurum şair
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Geçemez aklımdan eseri bile sövmenin,
Ucu, bucağı yoktur, sevdikleri övmenin,
Yarar yoktur, aşırıda dizleri dövmenin
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Yok işim, namaz-niyazla, sevap ve günahla,
Mahmurluğum geçer ulaştığım her sabahla,
Hiç gereği yoktur, işim olmaz “Ah!” la “Vah!” la
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim!

 

Hele bir de olursa bir şeyin yıldönümü,
Anlayamam, hem asla göremem önümü,
Tuhaftır, bu durumda hatırlamam ölümü
Saklamak gereksiz, çünkü ben bir alkoliğim
(10)!

Evimde şöyle akıllı-uslu(4) diyebileceğim bir sofram yoktu, masa-sandalyem olmadığından değil, Para’nın kıskançlık nedeniyle vızıldamalarından dolayı. Arap masaya abanabiliyordu, ancak Para’nın bu eylemi gerçekleştirmesi zordu ve olayı ben sofra bezini yayarak onlarla paylaşmayla çözümlemiştim.

Bu; çözüm değildi aslında, Arap da, Para da başköşenin kendisinin olması konusunda ısrarcı idiler. Kendi başlarına bıraktım onları, mazeretleri yoksa erken gelen yeri kapıyordu.

Unutmadan söyleyeyim, balıkların kıpırdama hakları olmasa da, böyle bir yasağa uyma mecburiyeti olmayan muhabbet kuşlarım da cümbür-cemaat(4), ailece doluşurlardı, kafama, omuzlarıma, çeneme, hatta masadakileri paylaşma olasılığı olanların yanı başlarına kadar.

Bazen sırf yer konusundaki huzursuzlukları nedeniyle ben onları baş başa bırakıp mutfağa kilitlerdim kendimi, sofra bezini olduğu gibi bırakarak. Kolay olmazdı kendimi mutfağa kilitlemem, kapının tırmalanması, ek sesler çıkarılması nedeniyle.

Ben de hiç hak etmedikleri halde mükâfat gibi onları özel bisküvileri ile kandırırdım.

Ancak, dışarıya sipariş ettiğim pizza, pide, kebap konularında, kapının zilinin çalınmasıyla birlikte başarısız olma durumum gerçekleşmeye başlıyordu. Çünkü bu, yalnızlığımın ispatı gibi bir şeydi. Benim gibi bir adamın kapısının zilini kim çalsındı ki, bir öğün vaktinde? İkisinin de hatta hepsinin de bu konudaki tavırlarını takdirle söylemem gerek!

İlk lokmamı çiğneyip yutuncaya kadar ne Arap, ne de Para ikisi de ses çıkarmıyordu. Ne zamanki gıdanın mideme eriştiğini hissediyorlar bu kere ikisi de ağızbirliği etmişlercesine(5) yaygarayı kopartıyorlardı(5), üstelik komşularımı bile; “Ya sabır!” şeklinde çile çektirircesine. Yalan yanlış, akıllarında nasıl kaldıysa;

“Sen yedin, sana bir şey olmadığına ve gören gözün hakkı olduğuna göre, sen de bize bizim hakkımızı ver!” şeklinde bir ses duyuyordum sanki! Üstelik öyle mama taslarına, kâğt üstlerine koyarak değil, öncelik Arap’ta olmak üzere kendilerine bizzat elimle ikram etmemi bekliyorlardı.

İstersen verme, 7/24 günler boyu başımın etini yemeleriyle(5) afra-tafralarıyla(4), tavır ve edalarıyla bıktırırlardı. Alıp başımı gidemezdim, bana izin verilen belirli vakitler dışında. Bremen Mızıkacıları(11) gibi muhabbet kuşlarının tizden katkıları dâhil Arap da, Para da kendilerine özgü sesleri ile komşuları rahatsız etme haklarını kullanırlardı!

Neticeyi kelâm(4), pes ettim! Ya sipariş vermeden, ya da bana takdir edilen(!) süre içinde öğle öncesi, çok sonrası, akşamın ertesi fark etmeksizin karnımı doyurmaya çalışıyordum. Hoş, buna karnımı doyurmak değil, nefsimi köreltmek(5) anlamını yüklemem daha doğru olurdu.

Arap’ın en sevdiği şeylerden biri parkta eşini kaybetmiş Lore Love isimli bir hanımın, Arap’ın ismine uygun Raprap(12) isimli, aynı cins ve renkteki köpeği ile nadiren de olsa karşılaşmaktı. Rastlaşmazlarsa hüzünlendiğini ifade etmek istercesine “Hıı! Hık!” sesi tüm parka yayılırdı!

Amma karşılaşırlarsa çılgına dönerlerdi, her ikisi de, hatta tasmalar, uzatma ipleri birbirine karışırdı, çözümlemekte biraz sıkıntı çekerdik. Mi? Aslında çılgına dönen ikisi değildi, üçümüzdük de diyebilirdim, ben dâhil, karşıyı bilmeden. Bu bakımdan “Mi?” diye sordum kendime. Çünkü cevabım;

“Hayır! Karşılıklı eğilip dolanmış ipleri çözmeye çalışırken kokusundan tat, ellerimizin birbirine dokunmasından bir cinsi sapıkta(4) kaydedilecek heyecanla haz alıyordum(5).”

“Dul adam daha karısının mezarından dönüşte şapkasını eğer, gözü elcekte-delcekte olur(5)!” diye boşuna dememişlerdi, aradan geçen bir yılı aşkın süre umurumda değildi. İlk karşılaşmadan sonraki ayrılışlarda Raprap ile Arap’ın hüzünlerine ben de katılır olmuştum.

Lore arabasına binip köpeğini yanına aldıktan sonra Arap da ben de arkalarından teessürlerimizi yetiştirme çabasını yaşıyorduk. Davranışlarımız karanlıkta göz kırpar gibiydi hani, davranışımız bana göre. Arap bir kardeş, ben bir gönül dostu bulduğumuzdan emin gibiydik, ya da bana öyle geliyor, hatta görünüyordu sanki.

Bana göre benim düşüncelerim yanlış değildi, çünkü yalnızlık, bilmiyorum daha önce hatırlatmış mıydım, sadece Allah’a mahsustu. Gönül kahve de, kahvehane de istemezdi, bahane için, eğer kalp kalbe karşıysa(13), bilmediğim.

Lore Love, her gün aynı saatlerde geliyordu parka, tesadüf bu ya, ben de her günün akşamüzerlerinde, aynı saatlerde aynı parkta oluyordum nedense, hem dakikalar evvelinde!

Bir seferlik; “Kişinin kendisine saygısının olması, kendine karşı dürüst olması kavramlarını” unutmak istiyordum. Bunu şunu söylemek için gerekli gördüm. “Kendim için bir şey istiyor ya da düşünüyorsam namerdim(14)” diye bir söz vardı ya hani, o örnek ben de sadece Raprap ile Arap’ın arkadaş olarak mutluluk yaşamalarını diliyordum.

Breh! Breh! Kim inanırdı ki bu martavala(1)? Yalandan ölen de duyulmamıştı, zaten!

Böyle günlerden birinin bir akşamüzeriydi, kendimi esirgemediğim, bir-iki duble atıp cesaretimi dengelemeye çalıştığım. Yok, öyle hemen sevgiden dem vurmak, aşkımı ilân etmek, “Benim ol, gel, evlenelim!” gibi saçma kurgular yoktu beynimde.

Onun gözlerine bakmak geçiyordu içimden sadece içtenlikle, ellerini bile tutmak değil. Tek duam; yine Arap’la, Raprap’ın iplerinin dolaşması idi.

Gökten halka yağsa başımdan geçmezdi, şans denilen varsayımla, üstelik Tanrıya bugüne kadar hiçbir duamın ulaşmadığı kanaatini yaşıyordum. Bu kere duam Tanrıya ulaşmış, halkalardan biri başımdan geçmek niyetini taşımıştı sanki. Halkanın başımdan geçmesi için, ona yardım etmemin ve umutlanmamın önüne kim geçebilirdi ki?

Gözlerine baktım. “Niye?” dercesine kafasını eğip salladı, hafifçe. Sesim çıkmadı, sesimi çıkaramadım yahut. Karışan ipleri çözme gayretimizde, kafalarımız çarpıştı öncesinde, sonra dudakları değdi dudaklarıma. Bu, kaçamak bir öpüş gibiydi benim için, hele ki önce gözlerini kapatıp, sonra da açıp belki endişeyle iki tarafına bakınmasıyla, “Gören var mı, acaba?” telaşını gözlemlediğim.

Gözlerine baktım, sonra beni itekleyip ona çeken bir güçle ellerini tuttuğumda Arap ve Raprap kendilerinin azat edildiklerini sanmış olsalar gerekti. Dolanmış iplerle hür olmalarının tadına varmak arzuları fark ediliyordu. Onları zapt etmekte ne kadar zorluk çektiğimizi anlatmam mümkün değil.

Başım eğikti, onun da. Bir başlangıç gerekti, benim istediğim, ancak onun aklının ucundan bile geçmediğine(5) inandığım.

“Sevmiş miydin kocanı?”

“Bir bakıma, evet! Peki, ya sen?”

“Bir bakıma, hayır!”

“Ne demek bu şimdi?”

“Ataerkil bir ailede 16 yaşındasın, ‘Bu, senin karın!’ demişler, aynı yastığı paylaşıp yıllar içinde çoluk-çocuk, torun-topalak sahibi olmuşsun, karım da ölerek beni yalnız bırakmışsa, kişinin kendisine karşı dürüst olması gerekmez mi ve de bunu sakınmadan karşısındakine iletmek zor mudur?”

“Peki, şimdi?”

“Zapt edemediğim, üstesinden gelemediğim, açıklamakta zorluk çeküğim duygular var, hemen yanıtlayamayacağım. Ama dünlerde değil, bugünlerde seninle karşılaştığım ilk günden beri içimde yaşayan! Azıcık bir süreye ihtiyacım var, sadece…”

“Peki, sen ‘Bir bakıma, evet!’ dememi sorgulamayacak mısın?”

“Merak ediyorum tabii, ama bu senin özelin, sorgulamaya hakkım yok! Bir duyguyu yaşıyor, ya da yaşadığını hissediyorsan bunun karşılığının olmasını beklemek yanlış gibi geliyor bana!”

“Yanlış değil, bu doğrunun ispatı! Asıl yanlışı ben beğenip, hoşlandığımda, yakınlaşmanın aşk olduğu saçmalığında yapmışım. Eğer eşim kalp krizi geçirip de, beni erkenden terk etmeseydi, belki ilerleyen tarihlerde ben de onu sever, çoluk-çocuğa karışır, bu yaşları tüketmeye çalışırken Raprap’la teselli bulmaya çalışmazdım…

Ya da baktık ki devran istediğimiz gibi dönmüyor(5), yollarımızı ayırırdık, bilemiyorum. Ancak şimdi, şu an ben de duygularımdan eminim, hem ilk kez özleyerek, isteyerek...”

“İyi düşünmeni önermek zorundayım. Çok gençsin, çok güzelsin, bense ununu elemiş, eleğini asmış, haddini bilmeyi(5) ekstra olarak aşmış bir ihtiyar…”

“Yani sevgi, sevda, aşk geçen seneler dikkate alınarak yaşla-başla, maddi olgunluklarla mı doğar, yaşar, büyür, sence? Bu kıyaslama uygun mu dersin?”

“Ben gene de bir düşün, düşünmen gerek demek isterim!”

“Ben sevgi denen şeyi hissediyorum, üstelik dudaklarıma dokunuşun heyecan verdi bana, seni seviyorum, seni istiyorum yalnızlığımı bitirmeni, bugüne kadar boşuna tükettiğim günleri geri getirmeni istercesine!”

“Bana söyleyecek söz bırakmadın! Ben de ilk andan beri, aynı duyguları taşıyorum. Gene de ısrarcıyım. İyi düşün, bir hafta gözükmeyeceğim ortalıklarda. Evimi, barkımı bilmiyorsun, ben de seninkini…

Bir hafta sonra Pazar günü, aynı saatte burada, bana rastladığında kucaklar, konumumuzdan utanmaksızın, çevremizi umursamaksızın bana sarılır öpersen, söz veriyorum, anında diz çöküp ‘Benim ol!’ diye yalvaracağım sana. Gelmezsen, göremezsem seni, bir hayal dünyasında yaşadığım, ya da rüya gördüğümü düşüneceğim.”

“Bir hafta çok uzun bir süre değil mi?”

“Bak, güzel bayan...

Kendini tartman için aslında bana yetersiz bir süre gibi gözüküyorsa da, ben de sabırlı olmayı özleme dayanmayı deneyeceğim. Haydi, şimdi al Raprap’ı sen yoluna, ben yoluma. Gün doğmadan neler doğar(15), ama seni çok özleyeceğimi bil!”

“Bir anda beni yaşama döndüren seni ben de özleyeceğim, kendine dikkat et ve bir sonraki haftaya mutlaka ulaş! Bu, senin için zorunluluk olmalı, beni düşün, beni yaşa!”

Ayrıldık, bana göre ve benim için saçmalık gibi görünse de bir haftanın geçmesine nasıl sabırlı olacağım düşüncesiyle.

Ve dizeler yoğunlaştı dudaklarımda.

“Sarhoş olmak;
insan kanında
bir iki damla alkolün dolaşmasıysa
ben hiç sarhoş olmadım,
sarhoş olmak;
insanın iliklerine kadar mutlu olmasıysa
ben hep sarhoşum!
(16)

Kimine göre; “Çabuk geçermiş sayılı zaman(17)Oysa geçmek bilmiyordu. Arap benimle, ben Arap’la bilinmedik yerlerde, sonrasında hüznümü dağıtmak için gün boyu sokaklarda, yalnız ve yalnızlığımla.

Kesinlikle meyhane gibi bir alışkanlığım yoktu, evimde ben bene idi alkolle dostluğum. Ama o “Bırak!” derse, bir lâhzada(4) bırakırdım, yeter ki o, o olsun bende, ben beni yitireyim sonsuza kadar onda. Her şeyin doğru olduğu kanaatini yaşamıyordum. Tek doğrum ve gerçeğim o idi; Lore Love.

Bir caddede dalgınlığımda, fren sesi getirdi beni kendime. Olamazdı, kırk yıl umut etsem bile, böyle bir tesadüfü rüyalarıma, hayallerime bile sığdıramazdım. Kapıyı açmamı bekledi, ya da ben arabasını henüz durdururken kapıyı açıp yanına oturmuş, çekinmeksizin, çevremi umursamaksızın öpmüştüm onu ve yaşamımda ilk kez suçlu gibi utanmıştım;

“Affedersin!”

“Bu; benim de gönülden istediğim, arzuladığım bir şeydi, o tatil gününe ulaşmamızın sabırsızlığında! Şimdi dökül, içinden ne geçiyorsa!”

Nutkum, tutulmuştu. Yaşlı-başlı biri değil de, lise öğrencisiydim sanki ilk ve son sevgilisine anlatması, söylemesi gerekenleri anlatamayan, söyleyemeyen. Üstelik Raprap’ın belki de tasdikini, soluklandığını hissetmeksizin.

Bana döndü, omzumu okşadı, söylememi bekliyor gibiydi.

Birden nereden devrilmeye başladığını bilmediğimiz, belediyeye ait bir çöp kamyonu üzerimize doğru sürüklenmeye başladı. Geri vitese takmaya çalıştı, başaramadı Lore Love. Durup beklemek cinayet, kurtulmamız mucize idi.

“Sen yaşamaya lâyıksın!” deyip arabasını kendi tarafını siper ederek süratlendirmeye çalıştı. Ya geç kalmıştı, ya da başarılı olamamıştı.

Bir varmış, bir yoktu, artık…

Benim ve Raprap’ın burnumuz bile kanamamıştı. Kimse Raprap’ı sormadı, o bana, ondan bir hatıra idi. Kalan ömrümü kuşlarım, balıklarım, kedim ve köpeklerimle hiçbir yöne doğru göz açmaksızın tüketmeye hazırdım...

 

YAZANIN NOTLARI:

(*) Arap, Para, Raprap; Arap ismi genelde köpeklere konulan bir ad. Para ve Raprap isimlerini ise öykünün gidişatına göre uydurdum.

(*) Erol; ismim. Lore tersi, Love olarak İngilizce kelimesinde “r” harfinin yukarıdan aşağıya bastırılarak ironi olarak “aşk” kelimesi oluşturulmuştur. Fikir bana değil, bir arkadaşıma ait. (İroni; Sözün tersini söyleyerek ya da anlamını değiştirerek bir bakıma kasıtlı şekilde kişi veya olayla alay etmek). Arkadaşım sâyesinde müstear (takma, çakma) ismim “Erollove.” Öykünün diğer kahramanının ismi Lore gibi Loire, Lora da olabilirdi.

 Lore (Sözlük bilgisi olarak); İlim, irfan özellikle eski zaman bilgilerine sahip kişi anlamında.

(1) Aksesuar; Asıl olana, ana durumdakine eşlik eden, onunla birlikte bulunan ve kullanılan, onu herhangi bir yönden bütünleyen, ama ayrıntı sayılabilecek şey. Bir sahne içinde, konunun gerektirdiği ölçüde yer alan ya da oyuncunun dekor gereği kullandığı her türlü taşınabilir eşya

Akvarist; Akvaryumcu, akvaryum içinde su canlılarını yaşatmayı, beslemeyi, üretmeyi hobi olarak benimsemiş kimse.

Alerji; Hipersensitivite. Duyarca. Aynı miktar ve koşullarda başka kişiler için zararsız olan farklı yabancı maddelere karşı, bazı kişilerin duyarlılık göstermesi. Ya da kimi canlıların bir takım yiyeceklere, toz, koku, tüy gibi nesnelere, kimi ilâçlara karşı gösterdikleri hastalık derecesindeki tepki. Ayrıca; bir kimseye, ya da bir şeye karşı duyulan aşırı derecede hoşlanmama, sevmeme duygusu.

Ataerkil; Erkek otoritesine (pederşahi) dayanan bir toplumsal örgütlenme düzeni. Bu düzenin temeli soy erkekler tarafından belirlenir, hâkimiyet erkeklerdedir. Erkeklere kadınlardan daha çok saygı, sevgi, itibar, söz hakkı verilmesinin gereği görünen ananedir. Erkek otoritesine dayanan toplumsal düzen. Anaerkilden farklı olup; kültür, adalet, inanç, mitoloji bakımından bambaşka bir düzendir.

Bihakkın; Hakkıyla, haklı olarak, gerçekten, tamamıyla.

Biteviye; Yeknesak, tekdüze, değişmeksizin, monoton, hep öyle, aynı biçimde, sıklıkta sürüp gidecek. Sürekli.

Cabbar; Cebbar. “Zorlayan, cebreden” olduğu gibi kuvvet ve kudret sahibi anlamlarını da haizdir (Astronomide güneyimizde bir yıldız kümesi de aynı ismi taşımaktadır).

Emrivaki; Oldubittiye getirilme, geri dönülmesi güç ve imkânsız bir durum.

Esriklik; Sarhoş olma durumu.

Felsefe; Düşünce Bilimi. Bilgeliği İnceleme. Var olanların varlığı, kaynağı, anlamı ve nedeni üzerine düşünme ve bilginin bilimsel olarak araştırılması. Bir bilgi alanının ya da bilimin temelini oluşturan ilkeler bütünü.

Halisâne (Halisane); Halise yakışır bir biçimde. İçtenlikle. Her türlü çıkar düşüncesinden uzak olarak. Temiz bir yürekle.

Hoşgörülü (Müsamahalı); Toleranslı. Kolaylık gösteren, iyilikle karşılayan, ayıplamayan, hatayı görmezden gelen, göz yuman. Kırıcı ve aşağılayıcı olmayan, affedici olan. Kendine, düşüncelerine ters gelse bile başkalarının düşünce, fikir ve davranışlarına karşı anlayışlı davranan, rahatsız olmayan, tepki göstermeyen.

İkilem; Dilemma. Kıyasımukassem. Değişik iki yapıda her iki durumda da doğru davranılmayacak iki olanak karşısında kalıp kişiyi, istemediği halde bunlardan birini yapmaya zorlayan durum. İki önermesi bulunan ve her iki önermesinin sonucu da aynı olan düşüncelerden birini seçme mantığı. Değişik yapıda iki öğenin birlikteliği. İki özellik gösteren durum. Bu durumlarda insan özellikle beğenip istemediği bir seçeneği seçmek zorunda kalmaktadır.

İstisna; Bir kimse, ya da bir şeyi benzerlerinden ayrı tutma. Genelde ayrı, kuraldışı olma, ayrıklık, aykırılık, ayrı tutulan kimse ya da şey.

Kaka; Dışkı. Kötü, çirkin, pis.

Kariyer; Bir meslekte zaman ve çalışmayla bir yere gelme, bir yere çıkma. Başarı, uzmanlık, aşama. Meslek. Üniversite öğretim üyeliği mesleği.

Lepistes; Akvaryumlarda beslenen, yavrularını canlı olarak doğuran, erkekleri zayıf ve renkli, dişileri dolgun ve sade olan balık çeşidi.

Makul; Akla uygun, akıllıca, mantıklı, belirli, aşırı olmayan, uygun, elverişli, akla uygun iş gören, akılla kanıtlanan, sözü akla yakın.

Maneviyat; Maddi olmayan, içsel olan, kişinin iç dünyasıyla ilgili olan şeyler. Yürek gücü.

Marifet; Herkesin gösteremeyeceği beceri, beceriklilik, hüner, ustalık, ustalıkla yapılan şey.

Martaval; Palavra. Yalan. Herhangi bir konuda gerçeğe aykırı, uydurma uzun ve boş konuşma, söz veya haber. Atmasyon.

Matah; İnsan, mal, eşya için küçümseme yollu söylenen bir söz.

Meziyet; Bir kişiyi, ya da nesneyi, diğerlerinden üstün gösteren nitelik.

Muhabbet; Sevgi. Dostça, çok yakın bir durumda, bir arada bulunup konuşmak, sohbet, söyleşi. Bir kafes kuşu cinsi.

Müşkülpesent; Güç-zor beğenir. Güç beğenen, memnun edilmesi zor olan. Bir işi yapmamak için türlü bahaneler uyduran.

Nesep; Baba soyu, soy ismin devamı. İnsanın anne ve babasıyla, dede ve ninesiyle soy bağı.

Sadıkane; Sadıkça, sadığa yakışır biçimde.

(2) Batıl İtikat (Batıl İnanç, Hurafe); Boş inanç. Korku, umarsızlık, çağrışım gibi nedenlerle beliren, geleceği bilmek isteğiyle rastlanılan benzerlikleri iyilik, ya da kötülüğün ön belirtileri olarak değerlendiren, bilimin ve dinin kabullenmediği doğaüstü güçleri tasarımlayan, kuşaktan kuşağa geçen yanlış inanışlar. Sonradan uydurulan ve genellikle İslâm’ın gerçeği ile bağdaşmayan, çarpık davranış biçimlerini ifade eden hikâye, söz veya deyimlerdir. Çok insanın bu şekilde yanlış inançları vardır. Ayıplanmamalı. Açık merdiven ayakları arasından geçmeme, tahtaya üç defa vurma gibi. Kulağınız yanıyorsa biri sizi anıyor demektir: Sol kulak yanıyorsa kötü, sağ kulak yanıyorsa iyi şekilde. Geceleri tırnak kesilmez, ıslık çalınmaz, sakız çiğnenmez. Tırnaklar veya saçlar kesildikten sonra yakılmalı veya gömülmelidir. Kurban kesilirken hayvan dilini dışarı çıkarırsa kurban sahibi o yıl içerisinde ölür (müş!). Gece ölen kişinin üzerine şişmemesi için sabaha kadar bıçak, ya da demir benzeri bir şey konulur. Ölünün yıkandığı evde üç gün kesintisiz olarak ışık yanar. Bir kişinin önüne tavşan, ya da tilki çıkması uğursuzluktur, mümkünse gidilen yoldan geri dönülür. Ateşi söndürmek için su dökülmez, ateş toprakla örtülür.” gibi aklıma gelenlerse (tabiidir ki örnekler çoğaltılabilir) tipik batıl işlemlerin başlarında yer alır.

Bid’at; Sonradan türeyen âdet. Maalesef İslâm’da Peygamberimize ait olduğu iddia edilen bazı yoz, batıl itikat, hurafe ve hatta bid’at sayılan hadislerden bahsedilmekte. Ölünün bedeni üstü konulan bıçak da bunlardan biri. Sebep; Ölünün bedeninin şişmemesiymiş. Anlayamadığım şey, ruh bedeni terk etmişse, toprak olmanın arifesinde beden şişse de, şişmese de ne olacağı? Ölümle ilgili olarak; Salâ verilmesi, ölen kadınsa tabut üstüne başörtüsü konulması, ölünün ağzı açık kalıp çenesi düşeceği için çenesinin bağlanması doğru âdetler sayılabilir belki. Ancak mezara toprak atılırken küreklerin yere bırakılması, ölünün odasına kedi girmesinin önüne geçilmesi, ölünün yıkanması için su ısıtılan kazanın ters çevrilmesi, kabir kurbanı kesilmesi, evdeki ışıkların yakılı tutulması, ölünün ayakkabılarının kapı önüne bırakılması ve özellikle İslâmiyet’ten yıllar sonra mevlitlerin okunması gibi âdetleri doğru kabul etmek ne kadar doğrudur ki? Bu vesile ile kandil geceleri için Rahmetli Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün bir söylemini de kaydetmek istiyorum; “Kandil geceleri, Kutlu Doğum Haftası Kur’an da yer almaz. Ne Peygamberimiz, ne de dört halife devrelerinde kutlanmamıştır. Din dışıdır, Bid’attır.” 

Namaz Niyaz; Namaz; Müslümanın yerine getirmesi gereken beş şartından biri. Niyaz; Kulun yalvarma ve dilemesi, ihtiyacını Tanrıya belirtmesi anlamında. Dinsel yükümlülükleri yerine getirme. Tapınma.

Şirk; Allah’a eş, ortak koşmak. Allah’ın varlığına inanmakla birlikte ondan başka tanrılar edinmektir. Allah’tan başka varlıklara tapınmak, dua edip medet ummak, onlardan yardım istemektir. Kur’an da şirk üzerine ayetlerin sayısı çoktur. Özel olarak; Kur’an Nisa Suresi, 48. Ayette; Doğrusu Allah kendisine ortak koşulmasını asla affetmez. Ondan başkasını ise, dilediği kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur. Her kim Allah’a şirk koşarsa gerçekten çok büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” denmektedir.

(3) Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar; Gerçekler, fikir ve hakikatlerin çarpışmasından, tartışmasından doğar.

Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak kötü bir huyu vardır. Erdal İNÖNÜ

(4) Afra Tafra; Çalım. Çalımlı bir biçimde. Kendini olduğundan fazla gösterip böbürlenme, kibirlenme.

Akıl Baliğ; Ergen duruma gelmiş olma.

Akıllı Uslu; Ağırbaşlı, uslu olarak, akıllıca. Yaramaz olmayan, yaramazlık etmeyen.

Bir Lahzada (Lâhzada); Zamanın bölünemeyecek denli kısa bir parçasında.

Bulunmaz Hint Kumaşı; (Alay yollu) Bulunmaz kıymetli şey. (Bu konuda şu güzel sözü de söylemeden geçmek olmaz; Aşk; Karşındakini bulunmaz Hint kumaşı sɑnmɑnlɑ, sersemin teki olduğunu ɑnlɑmɑn ɑrɑsındɑ geçen zamandır. Victor HUGO)

Cinsi Sapık; Kadınları taciz edip rahatsız eden ve bunun yanında erkeği tahrik edip kuyruksallayan tipler.  Yurdum insanı tarafından seksüel sapkınlar için kullanılan tanımlama.

Cümbür Cemaat; Bazen “Cumhur Cemaat” olarak da telâffuz edilen deyim; toplu olarak, hepsi birden gibi bir anlam taşımaktadır.

Hapırsa Da, Köpürse De; Sevilen, istenen, yapılmak istenen bir şey için her ne olursa olsun her hal ve şartta vaz geçmeksizin uygulamak, gerçekleştirmek, yerine getirmek.

İsim Enflasyonu; İsimlerin çokluğunun enflasyon şeklinde yorumu (Enflasyon; Para Şişkinliği. Yaşam Pahalılığı. Dolanımda bulunan para miktarıyla, malların ve satın alınabilir hizmetlerin toplamı arasındaki açığın büyümesi nedeniyle ortaya çıkan ve fiyatların toptan yükselişi, para değerinin düşmesi biçiminde kendini gösteren ekonomik ve parasal süreç).

Körü Körüne; Düşünüp taşınamadan., doğruyu bilmeden.

Neticeyi Kelâm; Sözün kısası. En son söylenmesi gereken sözün uzatılmadan söylenmesi.

(5) Ağız Birliği Etmek; Söz birliği etmek. Aynı konuda konuşmak, fikir beyan etmek. Uyuşmak.

Aklının Ucundan (Kenarından, Köşesinden) Bile Geçmemek (Geçirmemek); Bir konuyu hiç düşünmemiş olmak.

Başının Etini Yemek; Sürekli olarak, bıktırıncaya kadar, ısrarla birinden bir şey istemek; bu sebeple onu rahatsız edip üzmek.

Çılgına Dönmek; Çok öfkelenmek. Pek çok sevinmek.

Devran Değişmek (Dönmek); Zamanın, çağın, kaderin, talihin değişmesi.

Esinlenmek; İlham Almak. Dıştan gelen bir etki ya da algı sonucu, içe, gönle doğmak. Yaratıcı güçle duygulanmak.

Finişe Ulaşmak; Bitime, bitişe varmak, ulaşmak. Bir yarışın sona erdiği yer ya da çizgiye geliş, varış.

Gözü Elcekte Delcekte (elecekte delecekte) Olmak; Bir şeylere sahip olmak için her türlü imkânı, yolu sonuna kadar denemek, heveslenmek, önem vermek.

Haddini Bilmek; Neler yapabileceğini, gücünün ve yeteneğinin nelere yeteceğini bilerek onun ötesine geçmemek, ölçüsünü bilmek. Başkalarının kusur ve yanlışlarını istihzalı bir şekilde yüzüne vurmamak gerekliliği. Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî’ ye sormuşlar; “O kadar yazarsın, o kadar okursun, ne bilirsin?” diye. Şu cevabı vermiş; “Haddimi bilirim!”

Hariçten Gazel Okumak; Bir konuyu iyice bilmeden üzerinde görüş ve düşünce belirtmek. Bir konuşmaya yersiz ve zamansız katılmak.

Haz Almak (Yaşamak); Duygunun içinde bulunduğu durum bakımından niteliklerinden biri. Hoşlanma, tad alma. Keyif alma. Acının, acı çekmenin karşıtı.

Hoş Görmemek; Müsamaha etmemek. Tolerans tanımamak, göz yummamak.

Hüzne Gömülmek; Hüzün içinde olmak, hüzünle boğulmak, hüzne gark olmak. Aşırı derecede duygulanmak. İçe kapanıklığın sonuna ulaşmak. Üzülmek, Gönül üzüntüsünü uç boyutta yaşamak.

Mahcup Etmek; Bir toplulukta kişinin güvenini yitirmesine çalışmak, rahat konuşturmamak, rahat davranmasına engel olmak.

Mükâfatlanmak; Ödül verilmek. Değerlendirici, sevindirici bir davranışla karşılaşmak (Türkçemizde yeri yok).

Nefsi Köreltmek (Nefis Körletmek, Nefsini Köreltmek); Nefsin isteklerinden herhangi birini üstünkörü gidermek. Bir şeyin zayıflamasına, şiddetinin yoğunluğunun azalmasına sebep olmak. Doyum isteğini şu ya da bu şekilde karşılamak. Nefsi değer, önem ve yeteneğini yitirmiş duruma getirmek.

Start Almak; Tasarlanan bir işe girişmek. Bir yarışmada, yarışçıların “başla” işaretiyle yarışa başlamak.

Yaygara Kopartmak; Bir şeyi bahane ederek yüksek sesle, aşırı bir tepkiyle bağırıp çağırmak.

(6) Hayata beraber başladığımız / Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir / Gittikçe artıyor yalnızlığımız… Cahit Sıtkı TARANCI “35 YAŞ” şiirinden.

(7) Müteşair; Şairlik taslayan, şairlik satmak isteyen, şair olmayıp şair olduğunu öne süren, şair gibi görünen, sahte şair, demektir. Bununla ilgili şahane bir benzetme vardır: “Çile bülbülüm” şarkısındaki gibi meselâ: Burada; “çile” kelimesinin “çilemek” fiilinden geldiğini görebilen “ŞAİR”,  Farsça “ızdırap” anlamına geldiğini sanan kişi ise; “MÜTEŞAİR” dir. Müteşairin dizelerine, Kandemir KONDUK gibi; “Şiir Gibiler” demek de mümkün (bana göre).

(8) KARATEKİN, Erol. 1961 Yılı. “ALKOLİKLER”

(9) Kur’an, Bakara Suresi, 219. Ayet; “Ey Muhammed; Sana şarap ve kumardan soruyorlar… De ki: Bu ikisinde insanlar için büyük zarar ve bazı faydalar vardır; zararları da faydalarından büyüktür.”

Kur’an, Mâide Suresi, 90. Ve 91. Ayetler; “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal oklar, çekilen zarlar şeytan işi birer (murdar) pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. İçki ve kumarda şeytan sırf aranıza düşmanlık ve kin düşürmeyi ve sizi Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymayı ister.”   

Kur’an, Nahl Suresi, 67. Ayet; “Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızk edininiz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için ibret vardır” Diyanet İşleri Meali. “Hurmalıkların meyvalarından, üzümlerden de sarhoş edici bir içecek ve güzel bir rızık elde edersiniz. İşte bunda, aklını işleten bir topluluk için kesin bir mucize vardır” (Kendini âlim sanan sabit fikirliler karşısında Profesör Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK ve onun gibi dürüst ilim adamlarının yorumu).

İçki İle İlgili Bir Kısım Hadisler; Kur’an’daki ayetler dışında Peygamberimize mal edilen hadislere göre; “İçki yapan, yaptıran, içen, taşıyan, kendisine taşınan, satan, parasını yiyen, satın alan ve kendisi için satın alan” haram işlemiştir.

Diğer bir hadiste İse; “Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse içki bulunan sofraya oturmasın!” sözü de hafızalardadır. “İçkiden uzak durun. İçki, bütün kötülüklerin anasıdır. Sarhoşluk veren içkinin azı ile çoğu arasında haramlık yönünden bir fark yoktur.”

“İçki küpüne parmağım batsa, o parmağı keser atarım.” Hazreti ALİ (Özellikle düğün sofralarında içki içenle aynı masalarda oturan bu söze uyan hiç hacı, hoca görmediğimi söylemek İsterim!)

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK); 6112 Sayılı Kanunun 8. Maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre yayınlar; “Alkol, tütün ürünleri ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapıcı madde kullanımı ile kumar oynamayı özendirici nitelikte olamaz!” Mozaiklenmesi veya buzlanması gerektiği belirtilmiştir.

(10) KARATEKİN, Erol. 2007 Yılı. “İÇKİ (ya da ALKOL)”

(11) Bremen Mızıkacıları; Grimm Kardeşlerin fabl tarzında yazdıkları çocuk masalı. Sahiplerinin kendilerine iyi davranmadığı için Bremen’e doğru yola çıkan eşek, köpek, kedi ve horozun müzisyenlik serüvenidir.

(12) Cem KARACA’ya ait “Hanimini hüppen denzigi banna repo rep” diye başlayan şarkısındaki; “Rap diye rap rap, zap diye zap zap!” dizelerini hatırladım.

(13) Kalp Kalbe Karşıdır; İnsan kalbi, diğer birinin kendine karşı sevgi mi, nefret mi beslediğini hisseder, sevgi varsa sevgi, nefret varsa soğukluk demektir.

Uyandım seninle birden… şeklinde başlayan “Kalp kalbe karşıdır, derler”   Aslı GÜNGÖR

Kalp kalbe karşıdır derler, onun için sormadım… Güftesi; Turhan TAŞAN’a, Bestesi; Coşkun  SABAH’a ait olan Türk Sanat Müziği eseri Hicaz Makamındadır.

(14) Kendim için bir şey istiyorsam namerdim!  Eski cumhurbaşkanlarından Süleyman DEMİREL patentli bir söz.

Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Allah' ım anneme güzel bir gelin nasip et. ANONİM

(15) Gün doğmadan neler doğar (ATASÖZÜ); İnsan içinde bulunduğu durum ne kadar kötü olursa olsun hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmamalı. Yaşadığı mutluluğun devamından da güvende olmamalıdır. Yarın karşısına nelerin çıkacağını bilemez. Kötü bir durum bir gün sonra düzelebilir, iyi bir durum birden kötüleşebilir…

(16) KARATEKİN, Erol. 2007 Yılı. “GİZLENEN DİZELER” den.

(17) Öyle bir geçer zaman ki / Dediğim aynıyla vaki… şeklinde başlayan Erkin KORAY şarkısı.