İnsanlar bazen istemeseler de, korkuları nedeniyle gerçekten ikircikli(1) oluyorlar, yaşananlara göre. Koca sitenin bloklarında ikisi ölümlü, üç tecavüz(1) vakası…
Hiç biri de Güvenlik Kameralarına girmeyen, rastlamayan, görülmeyen. Olacak gibi değildi. İnsanlar, yani kat malikleri ya da kiracılar olarak sitede oturanlar Güvenlik Kameralarına da güvenemediklerinden asansöre her binişlerinde tereddüt ve endişe(1) yaşıyorlardı hele ki birbirini görmemiş, tanımamış, bilmemiş olanlar, yani birbirini hiç mi hiç tanımayanlar...
Büyük bir site idi yaşanılan, ya da olayların gerçekleştiği yer. Aslında ülkemde değişik yaşam sonuçlarına rastlanmıyor değildi.
Yaşamda ağzına içki koymayan biri içkili araba kullanırken kaza yapıp ölüyordu!
Solak biri sağ eliyle şakağına dayadığı tabancayla intihar ediyordu!
Yüzme bilmediği için sudan korkan biri denizde boğuluyordu!
Mutlu ve evliliğine üç-beş günü kalmış, yükseklik korkusu olan biri, el yazısı ile haber vermek yerine bilgisayar notuyla intihar edeceğini yazıp kendini bilmem kaç katlı apartmanın en üst katından kendini boşluğa bırakıyordu(2).
O halde gençlerin, genç kızların, evli, boşanmış, dul kadınların sadece asansöre bindiklerinde değil, sitenin giriş kapılarından, bloklara yönelişlerine kadar olan süre içinde de çekincelerinin olması yanlış mıydı?
Velev ki(3) tereddüt edilen kişi karşı cinsten biriyse...
Genelde asansöre yarı yoldan binen, ya da kendisiyle birlikte, kendisinden sonra binen birinden aynı cinsten de olsa nasıl çekinmezdi ki, yaşanan olayları dikkate aldığında? Hele, hele ki kadınların öldürülmesini olağan gören, kravat takan, suskun katillere iyi hal gibi ceza indirimi uygulanan ülkemde...
Tecavüzlerin ölümlü olması ve her tecavüz edilenin değişik yöntemle öldürülmüş olması idi insanları tedirginliğe itekleyen. Belki ölümle sonuçlanmasa tüm direnişlerine rağmen insanlar tecavüz konusunda kaderlerine rıza gösterebilirlerdi, “Belki” demek kaydıyla.
Sitede yaşayanların tümü, buna pehlivan yapılı, güçlü kuvvetli gözüken insanlar dâhil, sitenin herhangi bir bloğundaki dairelerinden birinde yaşadığını düşündükleri sapığın kendilerine de kötülük yapabileceğinden emin gibi diken üstündeydiler(4).
Çünkü o insan sayılamayacak katil, bir şeytan, bir iblis(1) idi ve Allah’ın lânetine uğramış olduktan sonra kendi dışındaki tüm insanlara her türlü kötülüğü yapması mümkündü. Yeter ki o insanlara ummadıkları anda ulaşsın, ulaşabilsin o iblis.
Güvenlik kameralarında polis, dedektif, ilgili, bilgili, her türlü kişilerin incelemeleri sonuç vermemişti. Olayların muhtemel vakitlerinde dikkati çekecek görüntü yoktu, siteye giren su dağıtıcıları, halı yıkayıcıları, kargo, gazete ve saire getirenlerin giriş ve çıkışları uygundu ve yapılan soruşturmalarda hiçbir sonuç elde edilemediği için, tüm heyette şüphelinin sitede yaşayan eşkâli(1) tam olarak belirlenmemiş bir sapık olduğu kanaati oluşmuştu.
Bu sapık tüm blokların giriş kapılarının anahtarlarına sahip olsa gerekti, çünkü öldürülenler de, aldığı yara-berelere rağmen canını ancak kurtaran da aynı sitenin ayrı ayrı bloklarında yaşayan, üstelik evlerinde yalnız olduklarında katil sapığın başarılı(!) olduğu eylemlerin zavallılarıydı.
Eldeki veriler tecavüz ve cinayetten kendisini kurtarabilen dul teyzenin anlatabildikleri kadardı.
Belki de sapığın hani kamera görüntülerinden yakalansa bile bir vesileyle, savunması herhalde; “Geçiyordum, uğradım, kapı açıktı, kapı kendiliğinden açıldı” ve benzeri gibi ispatlanması mümkün olmayacak bir sürü savunması olabilirdi.
Doğrusu eylem sonunda, o blokta bir arkadaşı, bir tanıdığı var da ona uğramışsa, eylemi onun yaptığı asla ispatlanamazdı ki, hiçbir iz bırakmadığı için. Malûmdur ki site ne kadar büyük olursa olsun insanların birbiriyle şöyle böyle de olsa bir göz aşinalığı(3) vardı.
Bu sitede oturan nadir(1) insanlardan biriydim, belki de ismim nedeniyle çok kişinin aklında ve hafızasında yer eden. Annem arkamdan gelecek olanları da düşünmüş olsa gerek ki; “İlkim” koymuş adımı.
Sonrakilere ne isim koyacağını bilmem mümkün değil, çünkü evde tek evlât ben vardım, ilerleyen zamanda da.
Ve ben anneme ismimin nedenini soracak kadar ne yürekli, ne de terbiye noksanı idim.
Kişinin kendiyle övünmesinin yanlış olduğunu biliyorum, ama söylememde yarar var, kimsenin tavuğuna “Kışt!” demeyen bir yapım var. Atalarımdan da sıvanmış, kıvançla taşıdığım bir aile terbiyem olduğundan ne sağda-solda, ne ileride-beride başımı kaldırmışlığım yok.
Sadece selâm; Tanrı kelâmıdır(5), güleryüz; güzel söz sadakadır(5) tasdikleriyle çevremdekilere selâm vermek için kalkar gözlerim kaldırımlardan, yollardan.
Tahsilim fena değil, üniversite mezunuyum, iyi bir işim de var ve “Öhhö!” sıkıntısı olmayan bir cazibeye(1), ya da yakışıklılığa da sahip olduğumu söyleyebilirim, ama iddia değil!
Gencim tabii, söylemeye gerek yok, dediğim nedenlerden dolayı ana kuzusu(3), hatta anasının bir tanesiyim. Beni bana tarif et, deseler tarif edebileceğim buyum ben...
Asansörde sapıklık...
Hatta cinayet...
Olur muydu? Olurdu tabii. Neden olmasındı? Mekânın önemi var mıydı sapık bir katil için? Öncelerinde dairelerde olanlara bu kez değişiklik olsun diyerek tadına varmak istemiş olamaz mıydı sapık efendi!?
Efendi? Ne alâka? Sapık yahu, doğrudan doğruya, düpedüz(1), ne olduğuna, lâmına-cimine bakmaksızın(4); sapık!
O gün fiziksel özellikleri dolaysıyla ben dâhil, herkesin dikkatini çektiğine(4) kesinkes emin olduğum genç bir kızla Güvenlik Kulübelerinin olduğu yerde karşılaşıp beraber yürüdük oturduğumuz bloğun asansörüne.
“Genç kızın fiziksel özellikleri” için ve “ben dâhil herkesin dikkatini çeken” dedim. Abartmak değil, genç kız güzel ötesinde bir güzeldi bana göre ve başta da dediğim gibi herkesin dikkatinden daha fazla dikkatimi çekiyordu.
İtiraf etmeliyim ki; o genç kızla aynı blokta oturmamıza rağmen kimdir, nedir, kimin nesi, kimin fesi, hangi katta, hangi dairede oturur, bilmiyordum.
Bildiğim, çok kişi gibi asansörden benden önce indiği idi, dikkatimi çektiği halde çekmemesi gereken. Çünkü başarılı(!) bir şekilde en üst katta oturuyorduk ailemle.
Bir yanlışlık, babam; “Allah ile aramızda kimse olmasın!” diye en üst katı tercih etmişti. Sanki Allah sadece gökyüzündeymiş gibi ve iddia ederdi; “Neden dua ederken ellerimizi gökyüzüne açıyoruz ki?” diyerek.
Ve o genç kız hakkında düşüncem (buna kısmen, bencillik olarak arzumu da eklemem mümkün) kitaplarından davranışlarından izleyebildiğm (gördüğüm, düşündüğüm, zannettiğim gibi değil) varsaydığım(4) kadarıyla üniversite öğrencisi olduğunu iddia etmemdi.
Fiziksel özelliklerini tarif etmem gerekirse boy-bos, kilo-hacim diğer insanlarla aynı gibiydi, tek farkla ki tüm farklılıkları kapsayacak şekilde; sarı-kahverengi ötesi, kızıl-kırmızımsı saçları vardı şakaklarından da sarkan, boyama-moyama değil, aslen…
Çünkü o kızıllık kaş-kirpiklerde de olduğu gibi çil(1) olarak tüm yüzünü da kaplamıştı, bu dudaklarının da kalın ve etli olmasının, burnunun mantı burun(3) diye tarif edebileceğim ufaklıkta olmasının nedeni de olabilirdi.
Bu teferruatına karşın gözleri Karadeniz mavisi gibi masmaviydi. Deniz mavisi yerine Karadeniz Mavisi demem abartma sayılmamalı, sadece beni etkileyen gözlerinin lâcivert diye nitelendireceğim koyuluğunu belirtmek istedim. Dünyada ben dâhil, tüm genç adamların yüreklerini hoplatacak bir güzelliği vardı, ya da Tanrı özenerek-bezenerek ne vermesi gerekiyorsa vermişti ona, çillerinde, kızıllığında.
Benim gözlerimle, ya da saymaya çalıştığım dünyadaki tüm gençlerin gözleriyle bakıp da bilmemek, duymamak, görmemek, özet olarak hissetmemek sıfatını saklamam, saklamaya çalışmam; yemem gereken bir şeyin(!) dik âlâsı(3) idi.
Bu sözlerimde bir yanlışlık, aksaklık olduğunu hissetmiyorum. Çünkü medeni cesareti(3) olmamak, çekimserlik, utangaçlık değil, aynı mekânı paylaşıyor olmamız dolaysıyla “Kardeşlik Hukuku” gibi bir kavramı yaşıyor olmamın etkisi olabilirdi, uzak durmamın, uzak durma çabamın nedeni.
Buna bir bakıma; “Duygularımı baskı altında tutma zorunluluğu” da demem mümkün. Kısaca demem o ki; “Benzemezdi hiç kimse ona(6)” benzeyemezdi, fiziksel yönden değil, duygularım yönünden. Ancak hakkım olmayanı gizliden gizliye incelememe rağmen, haddim olmadığının da bilincindeydim. Benim yaşlarımdaki insanların yaş farklılığı sendromu(7) diyeyim ben buna.
O terütaze(1) bir genç kız, hatta çocuk, bense kartlaşmasına çeyrek kalmış, hâşâ huzurdan(3), bilinen özelliklerime aykırı olarak, adını söylemekten çekindiğim söğüşlük bir sebze, daha doğrusu salata için bir malzeme idim, kendi düşüncelerimde...
Asansöre beraber bindik. Doğal olarak etkilenmemek için başımı eğmiş, sırtımı dönmüş olsam da nefesinden, kokusundan sakınamıyordum kendimi.
Olmadık şey, olmadık zamanda gerçekleşiyordu. İkinci ve boş bir elim yoknuş gibi, çantayı tutan elimle, ağzımı kapatarak esnemeye çalışmamla birlikte, göğsüne dayadığı kitapları elinden bırakmış, asansörün telefon ve imdat düğmelerine bastığı gibi, elleriyle önce kat düğmelerini, sonra asansörün duvarlarını yumruklamaya başlamıştı;
“İmdat! Sapık var! Tecavüz edecek!” diye bağırmasını engellemem mümkün değildi.
Ve bağırışı; asansör, katlardan birinde ki, o katın onun oturduğu kat olduğunu öğrenecektim, durunca kapı açılmasına rağmen devam etti.
Durulmadı bağırışı, kattaki tüm kapılar açılınca da.
Ve o andaki görülen manzarayı anlatmam mümkün değil. Sanki gerçek bir sapık olan ben değilmişim gibi kilitlemişti dudaklarımı. Aslında anlatışımdan neyin ne olduğu belli değil mi? Ben kilitlenmiştim.
Kitaplarını boşuna mı atmıştı elinden? Boşuna mı evire-çevire ve istemesem de öpüşüyle, nefesiyle boğmuştu beni?
Ve ben ona karşı gelemeyecek kadar güçsüz müydüm, yoksa güçsüz olmayı mı tercih etmiştim?
Ben şaşkınca ona, o benim şaşkınlığımda hınzırca(1), hatta gülümser gibi, ama korkmuş gibi o koyu gözlerini kocaman-kocaman, iri-iri açmış olarak bana bakıyordu.
Kapılarından çıkarak merak ve endişe ile bize doğru koşuşturanlar hayretlerini saklamak gayretinde görünmüyorlardı. Hayretlerinin sebebi, ya da sebepleri kendilerince biliniyor olsa gerekti!
Yalan, ya da doğrudan saptırılmış bir söz söylememe gerek yok, ilgi alanımda olan birinin iftirası da olsa öpmesi, davranışı hoşuma gitmişti, ta ki babası olduğunu bildiğim kırmızı saçlı ağabeyin yumruğunu suratımda hissedinceye kadar...
Ne dediğini anlamadım, belki duymadım da...
Nakavt oluncaya(4) kadar aklımda kalanlar; gözlerinde iyice maviliklerini gösteren o kahverengi-kızılımsı saçlı genç kızdı ve yumruğu yememle birlikle kaykılıp(4) başımı asansörün aynasına çarpmamdı.
Tek şüphem; yumrukla mı, yoksa aynaya çarpmakla mı kendimden geçmiş olmamdı ki hangi nedenle olursa olsun o maviliklerin anaforunda kaybolmaktı, istemeksizin de olsa.
Bu arada söylemem gerekli ki, kafam taş gibiydi (hani; meselâ), ancak yumruğun sertliğini de, aynanın dayanıksızlığını da göz ardı etmem(4) mümkün değildi! Muhtemelen “Ingh!” gibi acayip bir ses çıkarmış da olabilirdim, nakavt olmadan önce! Hatırlamıyor, hatırlayamıyorum...
Kendime geldiğimde bir hastane yatağındaydım, yanı başımda muhtemelen iki hasta ile birlikte, benden farklı olarak inildeyen. Belki de benim inildeyecek kadar dermanım yoktu. Başım sarılı, kolum alçılıydı hissettiğim, ancak sebebini bilemediğim...
Her ne kadar kıpırdamak istemiyorduysa da göz kapaklarım(8), bir mecburiyet hissederek açmıştım gözlerimi, dediğim gibi ahlamaksızın, uflamaksızın, kısaca inildemeksizin. Bu göz açılışta kafamın sargısını, kolumun kırığını merak etmek duygusu değil, başımda dikili duran polis memuru ağabeyin nefesini duymamdı.
Onu görmem ve doğal olarak onu aydınlatmam, daha doğrusu ifade vermem gerekliliği idi;
“Olayı anlatır mısınız?”
“Asansörde düştüm!”
“Görenler öyle demiyor ama!”
“Doğrusu ben de kolumu nasıl kırdığıma hayret etmedim, değil!”
“Yumruğu yiyince başınız asansörün aynasına çarpmış, kolunuz da korkuluğa takılmış. Merak etme, kırık yok, sadece çatlak!”
“Ne yumruğu?”
“Genç kızın babası kızına sarkıntılık yapıldığını sanmış ve yumruk atmış size?”
“Kim söylediyse hayal dünyası çok geniş olsa gerek!”
“Diyorsunuz ve beklentiniz de olsa inanmam. Oysa o kırmızı saçlı adam; ‘Yumruk attım!’ dedi!”
“Doğal! Babalık içgüdüsü(1), Siz olsanız kızınız için, her ne olursa olsun farklı mı davranırdınız, farklı savunma mı düşünürdünüz o anda?”
“Haklısın arkadaşım! Ama ifadeni alıp tutanağa geçirmem lâzım, Siz bana doğrusunu, ya da olurunu(!) anlatmak için gayretli olsanız...”
“Biliyorsunuz sitede sapık...”
“Orayı geç! Anlattılar. Hem sapıktan kurtulan hanımefendi senin sapık olmadığını söyledi. O şöyleydi, bu böyle gibi, hem uzun uzun...
Kanaatim o ki o hanımefendi seni çok sevmiş, seviyor da. Üstüne toz kondurmamak için elinden, dilinden ne geliyorsa hepsini seferber etmek için gayretli oldu!”
“Sağ olsun! İyi insan olduğum iddiasında değilim, ama kötü bir insan olmadığımı
iddia edebilirim, o teyzemin gölgesinde...”
“Sadede gelsen(4) de işimi bitirsem, bu hastane odasından kurtarsam kendimi...”
“Masal istemem, hikâye anlat diyorsunu yani?”
“Eh! Bir bakıma o noktaya geldik. Genç kızın dalgınlığı, senin onu koruma gibi, hatta yaşadıklarından memnunmuş gibi sözlerinden anladığım, hatta emin olduğum kadarıyla söylemem zor değil! Galiba konumuz bir sevgi birlikteliği olsa gerek, açılmamış, söylenememiş. Bu konu beni ilgilendirmiyor, sizlerin bilip, kutularınızı açıp birbirinize karşı dillendireceğiniz şey…”
Ağabey düşünüyormuşçasına elindeki kaleme takla attırırken devam etme gayretini yaşadı, zorlamak istercesine;
“Genç adam, farkındaysan elimdeki kâğıda henüz ne bir satır, ne bir şey yazabildim, ne de bir nokta koyabildim. Bilirsin; noktalar ufacıktır, ama cümleleri bitirir, hadi iki cümle kurmak için gayret et, ben de işime döneyim!”
“Peki ağabey, yazacağınız şu; o kırmızı saçlı adını henüz bilmediğim genç kızla…”
“O genç kızın adı; İlkiz…”
“Peki, İlkiz’le asansöre bindiğimde esnemem mi, hıçkırığım mı geldi, yoksa gaz geldi de ağzımı mı kapatmaya çalıştım, pek hatırımda değil. Sitede yaşanan olaylar nedeniyle tedirgin olsa gerekti kızcağız. Korktu, bağırdı, siftindi(6), silkelendi…
Sanırım o sırada kendimi korumak, belki de anlatmak için sakınırken kafamı aynaya çarpmış olmalıyım. O sırada nasıl başarılı olduğumu, yaşadıklarımı, yaşananları hatırlamıyorum.”
“Yani kızcağızı sarıp sarmalayıp öpmediniz de!”
“Birincisi kim demişse yanlış görmüş, kızcağız bana yardım etmeğe çalışmış olabilir, hem detaylara ne gerek var ki efendim?”
“Yani tüm sebep bir hıçkırık?”
“Aynen!”
“Öyle diyorsan, öyledir!”
“Yazın tutanağı, imzalayayım!”
“Sonra?”
“Sonrası aramızda kalması dileğiyle bir eklenti...
İlkiz’e söylemeye cesaretim olmayan, ama bana bir ağabey şefkati(1) ile güven verdiğinize(4) inandığım için söylememde sakınca olmayacak bir söz dizesi…”
“Çıkar bakalım ağzındaki baklayı(9) genç adam!"
“İlkiz güzelliği ile dünyayı yerinden oynatacak kadar güzel, muhteşem bir kız! Görmüşsünüzdür mutlaka. Onunla aynı dünyada olmak ve aynı havayı solumak bile mutluluk benim için, uzak olduğunu hissediyor gibi olsam da! Üstelik içtenlikle itiraf etmeliyim ki; ‘Tutsak kaldığım yol, aradığımın kalbiyse, özgürlüğün önemi var mı, özgürlüğün canı cehenneme…(10)”
“Gördüm onu tabii. Duyguların da benim yaşadıklarımdan pek farklı değil. Adımı ve telefon numaramı buraya yazıyorum. Hani pek umudum yok, ama hani cesaretin olur da, sevgini anlatabilirsen, olay devşirilecek(4) kadar ilerlerse o güzel günden beni de haberdar etmeyi(4) unutma. Belki iyi tarafina rastlar beni nikâh şahidi olarak düşünmeni bile umut edebilirim...”
Sözlerini yarım bırakmaktan hoşlanmayan bir tavrı vardı Polis Memuru ağabeyin;
“Ufacık bir sır; hani şarkılar vardı; kalp, kalbe karşıdır(11) diye…
Ve aklımdan geçen bir-iki nasihat, öneri, dilek, tavsiye, ne dersen de, bilgece sözler(3), ama hiç biri bana ait olmayan, okuduklarımdan aklımda kalan, sahiplerini şu an hatırlayamadığım...
Mademki; şu kadar zamandır, şu anlara kadar sustun, konuşmadın, anlatmadın, anlatamadın, o halde o genç kızın nazarında susarak kazandığını, boşa konuşarak harcama(12), sakın ola! Ona içini aç ‘hemen’ diyebileceğim kadar kısa zaman içinde, içinden geçenleri söyle, ama öyle esner, kusar gibi, uzun, sıkıcı, bıktırıcı cümlelerle değil(12), zaten sana yakışmaz, hissettiğin gibi söyle, sana yakışmayacakları sakince ayıkla, kısa, kesin, öz onun sende olduğunu, nefesinin anlamını yaşadığını hissettir ona…(12)”
Sözlerini bitirememek endişesiyle sıra-seki düşünmeksizin(4) devam etme arzusunda olduğunu içtenlikle hissediyordum;
“Yaşadığının sevgi, hatta aşk olduğu konusunda tereddüdün varsa, unut söylediklerimi, çünkü sevmek; hem yürek, hem de emek gerektirir(12), üstelik ve asla karşılık beklemeksizin. Eğer karşındaki, yani İlkiz, senin duygularını hissederse ki, onu koruduğuna, babasının bile suçluluğunu sakladığına göre bu onun bildiğini hissetmek değil, kesinkes bildiğine emin olduğumu söylemem gerek…
Ve unutma ki; kadınlar, sözleriyle değil, aslında gözleriyle konuşurlar(12), bu nedenle sadece dinlemenin değil, izlemenin de kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu peşinen kabul et…
Ayrıca, asansörde kabahatin yokmuş, genç kız gereği için senin cesaretini yönlendirmek istemiş diye düşünüyorum. Bu demektir ki; bir kadının aklından geçirdiği bir şeyi yapmasını asla ve kat'a engelleyemezsin, belki geciktirebilirsin!(12)”
Durakladı bir süre;
“Uzunca konuştuğumun farkındayım. Senin sapık olmadığını söyleyen hanımefendi gibi, sende şeytan tüyü(4) olsa gerek ki, ben de düşüncelerimi sıralamakta zorluk çekmiyorum. Söylediklerimi aklının köşelerinde gizle-sakla, beyninin gri hücrelerine(13) egemen olmalarını yasaklama…
Ve bil sana dürüst gelen hiçbir düşünceni engelleme, hatta engellemeye bile çalışma. Çünkü senin bir parçan olacağına inandığım o genç kız yanlış yapmaz(12)! Hatta yapamaz! Çok uzun nutuk gibi bir şey oldu, ama yararlı olacağına inandığım bildiklerimi aktarmazsam eksikli kalırdım gibime gelir…
Ve son söz; sakın Tanrıyı ve Tanrıya şükretmeyi unutma! (12) Haydi sana, sizlere geçmiş olsun! Allahaısmarladık!”
“Sözleriniz bana ders, keşke çok öncelerden tanımış olsaydım sizi...”
“Adresim yazılı, ben ordayım!”
“Geleceğim!”
“O halde ben de bekleyeceğim, kendine ve ona iyi bak, genç adam!”
Rahatlamıştım.
Düşünüyordum. Özlem, anında doluşmuştu tüm benliğime. Dokunamadığım, hatta dokunma olasılığım, hatta hayali bile yasak olan (bence) ama bana dokunan birini özlüyorsam, özlediğimin de kalbime çoktan dokunduğu(14) gerçeğini de yaşıyor gibiydim. Bu kadarla kalsa iyiydi de, kalbimi payitaht ilân edip, kurduğu tahta oturduğunu(14) bile itiraf etmem dışında söyleyeceğim her sözün safdillik(1) olarak yorumlanması gerekti.
Onun bu sözlerimi gerçekleştirdiğini düşünüyor olsam da (hani meselâ) buna hakkım var mıydı? Böyle bir inancı nasıl yaşayabilirdim ki ben, ben başıma hem. O bir şahin, ben bir serçe(15) idim, güç bakımından, o bir civciv, ben babaç(1) hatta kart bir horozdum seneler bakımından.
Onun bende gönlü olsa da ona; “Benim ol!” demem haksızlık olmaz mıydı? Üstelik yıllar yılı ellerim böğrümde(3) olarak da olsa saklanma gayretim boşuna olmaz mıydı?
Dalmışım...
İnsan rüya görürken herhalde düşüncelerini, umut ettiklerini canlandırırdı zihninde, değil mi? Nerde...
Bir duvar kenarındaydım, hem simalarını hatırlamadığım, hatta böyle birilerini tanıdığımdan bile şüpheli olduğum iki arkadaşla kola şişelerinden içki içiyorduk!
Duvar kenarında olmasa da, eş-dost aralarında, düğün-derneklerde, böylesine gizli-kapaklı değil, bir bira, bilemedin bir bardak şarap gibi yaklaşımım vardı, saklamaksızın, saklanmaksızın. Ama rüyada, hele ki böylesine? Anlamsızdı.
Hele ki onlardan biri; “Drama Köprüsü...(16)” demek isteyip de “Bre…” diyemeden kusmaya başlayınca gözlerimi açmak zorunda kalmıştım.
Yan tarafımdaki hasta gerçekten öksürürcesine kusuyordu, hemşireler, belki doktorlar da yetişmişlerdi, Enteresan olan rüyamdaki duvar dibinde kusan kişinin yanımdaki o öğüren hasta olmasıydı, şeklen. O hastayı yatağıyla birlikte götürmüşlerdi hastabakıcılar.
Bu arada doktor olduğunu saldığım beyaz önlüklülerden biri ona bakıp kafasını mı sallamıştı ne, yoksa bana mı öyle gelmişti? Burası, yani yattığım yer; yoğun bakım, hayata dönüş, ya da “Reanimasyon(17)” denilen bölüm müydü yoksa?
Ben şimdi değil, onu bir kez daha göremezsem ölürdüm ve şimdilik ölmeye de hiç mi hiç niyetim yoktu, hem hazır da değildim. “Unutamadığı kişinin daima kendinden uzakta olduğunu(18)” söylemiş birisi.
Oysa yaklaşan ayak seslerinin o kişinin yanılgısı olacağı umudundaydım.
İki kırmızı baş gözüktü kapımda, annemden, babamdan önce. Bir anne-baba olayı haber alır da yerlerinde durabilirler miydi? Kim bilir kaç gün süren dalgınlığımda başımda durup yorgunlukları, ya da beni o halde görmeye yürekleri elvermediği için koridorlarda falan bir yerlerde olsalar gerekti.
Şimdi kırmızılıklar vardı, beni kola şişelerindeki alkolden uzaklaştıran.
Ve hatta iddia etmeliyim ki; muhtemelen bana verilen ilâçların dalgnlığından beni kurtarmak, ya da azat etmek isteyen. Önce pehlivan yapılı, boksör(!) baba konuşma gayreti yaşadı, avuç-avuca birleştirdiği ellerindeki başparmaklarını takla attırarak,
“Utanarak özür dilerim. Yanlış anladım ve ‘Kaza’ demenle büyüklüğünü ve bu nedenle de küçüldüğümü anladım. Sağ ol! Ancak ne zaman içine ağır bir şey saklayacağın bir yumruğu iade etmek istersen ben hazırım...”
“Ben bir büyüğüme nasıl el kaldırırım ki? Bir baba gibi hissetmem mümkün değil, sizin yaşadığınız duyguları, ama hangi baba kızının o tavrını, o durumunu görür de kayıtsız kalabilir ki?”
“Sağ ol oğlum! İlkiz’in de söyleyecekleri var, herhalde. Yalana-dolana sarılmaksızın, belki de özel. Ben dışarıda bekliyorum!”
İlkiz yatağımın üzerine oturdu, sağlam elimi avucuna hapsetti, daha önce hapsettiği şey gibi;
“Bir kere bile bakmadın yüzüme. Özel durumuma rağmen çekemedim ilgini. Bana yönelmen için o senaryoyu anında kurguladım. Bağışla lütfen!”
“Önce şunu söyleyeyim; ‘Affetmek, bağışlamak her neyse geçmişi değiştirmez, ama geleceğin önünü açar(19). Şu anda belli olan kafamda yarık, kolumda kırık var ve dudaklarımda aynı o günkü gibi hıçkırık gizli. Sana hiç bakmadığımı nereden biliyorsun...
Çok zaman gözlerimi kapatmam, susmuş ve susuyor olmam, seni hissetmediğim, okumaya devam ettiğin için zamanın gelmediği düşüncesiyle acı çekmediğim, duygularımı frenlemekte kendime kolaylık sağlamadığım anlamına gelmez ki!”
“Anlamadım!”
“Çok güzel bir kızsın ve aramızdaki mesafeyi ve haddini bilen, aynı yöne bakmayı dilediği(20) halde, aynı şeyleri göremeyen biriyim, biliyorum. Nasıl elverişli bir ortamı bulmadan, yaşamadan, gelecekten umutlanıp da ‘Senin gibi bir kızım olsun isterdim!’ diyebilirdim ki?”
“Bu çok acele ve gizli bir ilânı aşk, evlenme teklifi mi yoksa? Bir yumrukla aklının başına geleceğini bilseydim, babama çok önceden, gönlüme yerleştiğine inandığım o anda o yumruğu atmasını söylerdim!”
“Ben de o yumruğu güle oynaya, gönüllü olarak yemek için gayretli ve hevesli olurdum!”
Sapık katil, ben bu anlattıklarımı, hatta sonunu yaşarken henüz yakalanmamıştı. Yakalanınca, herkesin aksine, yanlış da olsa ona teşekkür etme gayretini yaşayacağım.
Bu, onun cürmüne(1) karşı sapığı, onu bağışladığım anlamında anlaşılmamalı. Zaten bağışlamak gibi bir hakkım yok, Allah bağışlasın! Ama bugünlere ulaşmamda dışarıdan da olsa katkısını nasıl inkâr edebilirim ki?..
YAZANIN NOTLARI:
(*) Sapık; Tavır ve davranışları normal olmayan, delice davranışlara sahip veya geleneklerden, törelerden ayrılan, anormal, gayritabii, delice, adabı muaşeret ve töre kurallarına uymayan.
SAPIK Filmi; Başrolünde Anthony PERKINS’in oynadığı, karakterini Norman BATES olarak canlandırdığı, Alfred HITCHCOOK’ın yönettiği filmin adıdır.
(**) İlkim; İlk doğan çocuklara verilen ad (kız-oğlan).
İlkiz; Bağlanma, kabullenme. Oldukça geniş tarifi olan Masal Kuşu, devlet kuşu. İkiz olarak doğan çocuklardan ilk gelene (Doğana) konulan isim (kız-oğlan)
(1) Babaç; Çok yaşlı, dede hüviyetindeki kişi. Erkek kümes hayvanlarının en iri ve en yaşlı olanı.
Cazibe; Cezbedicilik. Çekim. Çekicilik. Alımlılık. Gönül çekicilik. Albeni. Yerçekimi. Kendi kendine akma, yönlenme.
Cürüm; Suç. Kabahat. Yaramazlık. Ceza gerektiren her şey.
Çil; Vücutta, genellikle de yüzde oluşan açık, kahverengi, küçük benekler. Kekliğin diğer adıdır. Anne çil, yavrularıyla pek ilgilenmediğinden ve yavruları her bir yana “Çil Yavrusu Gibi Dağılmak” deyimi oluşmuştur.
Düpedüz; Çok düz ve doğru bir biçimde, dümdüz olarak. Yalın, basit, süssüz, sade. Başka bir amaç gütmeden, açıktan açığa, açıkçası, gerçekten.
Endişe; Kaygı, tasa, üzüntü. Düşünce.
Eşkâl; Biçimler, kılık, kıyafet.
Hınzırca; Domuz gibi. Zarar vermek ister gibi, acımasızca, sinirlendirici ve ters davranışlarda bulunurcasına, katı yüreklilikle, kötü düşüncelerle.
İblis; Şeytan. Şeytanca işler çeviren, kötü kimse, düzenci.
İçgüdü; İnsiyak. Canlıları, araya akıl ve düşünce, bilinç girmeksizin, kendilerine yararlı ve de gerekli bir takım eylemlere yönelten duygu. Bir canlı türünün bütün bireylerinde akıl ve düşünceden bağımsız olarak doğuştan gelen bilinçsiz her türlü hareket ve davranışları. Sevkitabii. Organizmayı o türe özgü olan bir amaca sürükleyen hareket, davranış eğilimi. Davranıştaki doğal ve kalıtsal faktör (Örümceğin ağını örmesi gibi). Organizmayı o türe özgü olan amaca sürükleyen hareket eğilimi.
İkircikli; İşkilli, kuşkulu kimse. İçinde ikircik bulunan, duraksamalı, duraksayan, karar veremeyen, kararsız. Tereddütlü.
Safdillik; Saflık, temiz kalplilik, alçak gönüllülük, kolay inanırlık, aldatılabilirlik, kerizlik.
Şefkat; Acıyarak ve koruyarak sevme. Sevecenlik. Bir şeyin üstüne titreme. Merhamet gösterme.
Tecavüz; Ötesine geçme, hakkını çiğneme, sınırı aşma. Gasp. Saldırma, saldırı, sarkıntılık etme.
Terütaze; Çok taze, çok körpe.
(2) ASELSAN adlı kuruluşta olduğu belirtilen bu olaylar, internetten alınmıştır.
(3) Ana Kuzusu; Sıkıntıya, güç işlere alışmamış, nazlı büyütülmüş çocuk veya genç. Annesi ya da onun yerine geçen başka bir yetişkine aşırı derecede bağımlı olan kişi. Pek küçük kucak çocuğu.
Bilgece Sözler; Özdeyiş. Vecize, aforizma, özlü söz. Düşünce, duygu, ilke, dilek, öngörü gibi ders verici nitelikte sözlerin öz ve kısa bir şekilde anlatımı. Kelamıkibar olarak da söylenir.
Dik âlâ; Mükemmel ilerisinde. (Romence; Gizlice gözetlemek).
Elleri Böğründe; Çaresizlik, bir şey yapamaz durumda olmak, başarısızlık.
Göz Aşinalığı; Karşılaşılan bir kimseyi önceden kısa bir süre görmüş olmaktan doğan tanıma. Uzaktan ve zaman zaman görmekten ileri gitmemiş olan tanışıklık.
Hâşâ Huzurdan; Uygunsuz bir şey söylemek zorunda kalındığında bağışlanma dileğini, özür dilemeyi anlatan söz.
Mantı Burunlu; Yerel bir tarif. Ufak, hokka gibi fındık burun tarifine uygun burnu olan. Burun deliklerinin ve burun yapısının küçük olduğunun izahıdır.
Medeni Cesaret; Girişken olmak, haksızlıkların karşısında dik durmak.
Velev ki; İster, isterse, hatta bile, öyle olsa da, farz edelim ki anlamlarında Arapça bir kelime.
(4) Devşirilmek; Bir araya getirilmek, derlenmek, toparlamak. Düzgün duruma getirilmek.
Diken Üstünde Olmak; Tedirginlik duymak, her an kalkmak, konuşmak, şifreleri, şüpheleri açıklama korkusu yaşamak, huzursuz olmak.
Dikkatini Çekmek; Karşısındakinin gözüne batmak, fark edilmeyi sağlamak.
Göz Ardı Etmek (Edilmek); Gereken önemi vermemek, verilmemek.
Güven Vermek; Güvenilir bir kimse ya da şey olduğu izlenimini bırakmak. Güven duygusu uyandırmak.
Haberdar Etmek; Konuyla ilgili bilgi vermek, haber vermek.
Kaykılmak; Arkaya doğru yaslanarak oturmak, devrilmek.
Lâmı Cimine Bakmamak! Değişmesini kesinlikle mümkünsüz kılmak. Mazeret uydurulmasına imkân bırakmamak.
Nakavt Olmak; Bir yumruk oyunu (boks) karşılaşmasında yediği yumruğun etkisiyle yere düşen ve hakemin ağır ağır on saymasına değin yerden kalkıp oyunu sürdüremeyen oyuncunun yenilmesi durumu. Kinaye olarak; Beklenilen sonuca ulaşamamak.
Sadede Gelmek; İlgisiz sözleri bırakıp asıl konuya gelmek. Maksada dönüp açıklamak. Konuya girmek.
Sıra Seki Düşünmemek; Kurallara, sıralara uymaksızın her şeyi oluruna bırakıp, bir bakıma kaderine, olacaklara rıza göstermek.
Siftinmek; Yerel tabirlerden olup, genel anlamıyla -ki bu öyküde de o anlamda kullanılmıştır- “Vakit geçirmek, oyalanmak” tır. Diğer bir anlamı da; bir yere sürtünerek kaşınmaktır.
Şeytan Tüyü Olmak; Kendisini herkese kolaylıkla sevdiren kişilerde bulunan özellik.
Varsaymak; Bir aklı yürütmede, bir tanıtlamada, bir varsayım, temel ilke, bir öncül olarak kabul etmek.
(5) Selâm Tanrı Kelâmıdır (Selâm Allah kelâmıdır); Önce selâm verilir, sonra konuşmaya başlanır, anlamındadır.
Güzel Kelime ve Söz Üzerine İki Söz; Hazreti Muhammed’e mal edilen bir Hadise göre; “Bazı kelimeler vardır ki büyüdür, insanı büyüler, hayran eder!” sözü ile Hazreti Süleyman’ın söylediği; “Güzel sözler, petekten damla damla sızan bala benzer, insanın ruhuna tat verir!” sözlerinden esinlendim!
Gülümsemek sadakadır. HADİS
Her bir iyilik sadakadır. Kardeşini güler yüzle karşılaman kendi kovandan kardeşinin kabına su vermen de bir iyiliktir.
(6) Benzemez kimse sana… şeklinde başlayan Türk Sanat Müziği eserinin Güftesi; Rüştü ŞARDAĞ’a, Bestesi; Fehmi TOKYAY’a ait olup eser Bayati Makamındadır.
(7) Yaş Farklılığı Sendromu; Kadın veya erkekte aradaki yaş farkının yarattığı gerilim ve bozukluk ki genelde ayrılıkların sebebidir.
(8) Yıllardır ki, bir kılıcım kapalı kında, Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi… ve; Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el, Kıpırdamak istemiyor gözkapaklarım, Yan odadan bir ses diyor gibi gel Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım! Varsın yine bir yudum su veren olmasın, Başucumda biri bana ‘Su yok!’ desin de! “KİMSESİZLİK” Kemalettin KAMU
(9) Ağzından (Ağzındaki) Baklayı Kaçırmak (ya da Çıkarmak, Dilinde Bakla Islanmamak); Türkçede bakla ile alâkalı iki deyim var: Her ikisi de kurutulmuş baklanın zor ıslanması ve zor yumuşamasıyla ilgilidir Kurutulmuş bakla, ağza alındığında ıslanıp yumuşaması uzun bir süreyi gerektirir. İçinden geçtiği halde, yer ve zaman uygun olmadığı için nezaket veya doğal kurallar gereği söylenemeyen veya söylenmek istenmeyen şeylerin zaman ve yer uygun olduğunda ifşa edilmesi denilmek istenmiştir. Diğer anlamı ise, ağzında sır tutmasını bilmeyenler için söylenen söz. Sabrı tükenip o zamana kadar sakladığı şeyi söylemek, ifşa etmek, açıklamak.
(10) Tutsak kaldığım yol, aradığımın kalbiyse, özgürlüğün önemi var mı, özgürlüğün canı cehenneme… Fehmi KAPLAN
(11) Kalp Kalbe Karşıdır; İnsan kalbi, diğer birinin kendine karşı sevgi mi, nefret mi beslediğini hisseder, sevgi varsa sevgi, nefret varsa soğukluk demektir.
Uyandım seninle birden… şeklinde başlayan “Kalp kalbe karşıdır, derler” Aslı GÜNGÖR
Kalp kalbe karşıdır derler, onun için sormadım… Güftesi; Turhan TAŞAN’a, Bestesi; Coşkun SABAH’a ait olan Türk Sanat Müziği eseri Hicaz Makamındadır.
(12) Bir genç kızın nazarında susarak kazandığını, boşa konuşarak harcama (Sevginin alameti sevilene uymak ve ona muhalefet etmekten kaçınmaktır, anlamında Rabiatul ADEVİYYE’ ye ait söz gibi benzer bir ALINTI)
Bir genç kıza içini aç ‘hemen’ denilebilecek kadar kısa zaman içinde, içinden geçenleri söyle, ama öyle esner, kusar gibi, uzun, sıkıcı, bıktırıcı cümlelerle değil. Başlangıcın önemsizliğini, uzun sözlerin değersizliğini söylemek yerine içten bir “Seni seviyorum!” (Çünkü bu; tüm özleri, özgürlükleri, özlemleriyle ölesiye bir sözdür!) demenin önemini anlatan bir ALINTI.
Hissettiğin gibi söyle, sana yakışmayacakları sakince ayıkla, kısa, kesin, öz onun sende olduğunu, nefesinin anlamını yaşadığını hissettir ona. Kişinin hissettikleri kalbindedir zaten. Her sözü dile uzatmak şart değil. Bazen bakışlar anlatır. Örneğin bir delinin dediği gibi; “Kirpiklerinin sayısını biliyorum, gözlerine nasıl baktığımı, anla!” demektir sözün aslı, uzatmaya gerek olmayan.
Sevmek; hem yürek, hem de emek gerektirir, üstelik ve asla karşılık beklemeksizin. “Sevmek için; ‘Yürek’, sürdürmek için ‘Emek’ gerek… Sevgi; bir lokmada iki mutlu insan demek… Nazım HİKMET
Kadınlar, sözleriyle değil, aslında gözleriyle konuşurlar, bu nedenle sadece dinlemenin değil, izlemenin de kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu peşinen kabul et. “Kadınlar sözleriyle değil, gözleriyle konuşurlar aslında. Bu yüzden onları anlamak için dinlemek yetmez, izlemek gerek yalnızca. Fyodor Mihayloviç DOSTOYEVSKI
Bir kadının aklından geçirdiği bir şeyi yapmasını asla ve kat'a engelleyemezsin, belki geciktirebilirsin! “Kadın (Tanrının sadece kendisine özel olarak kaydettiği altıncı hissinin verdiği avantajla) aklına koyduğunu yapan, isterse her şeyi başaran, birden çok şeye bölünebilen ve her şeye yetebilendir. Elif ERKİN
Sana dürüst gelen hiçbir düşünceni engelleme, hatta engellemeye bile çalışma. Çünkü senin bir parçan olacağına inandığın o genç kız yanlış yapmaz! Hatta yapamaz! İnancın kesin kanıtlarından birkaçı; doğruluktan, dürüstlükten sapmamak, üşenmemek, vazgeçmemek, ertelememek, engellenmesine, yasaklanmasına imkân vermemek olsa gerek. Kişi özellikle tüm varlığıyla seviyor (karşısındakine ait olduğunu) içtenlikle hissediyorsa ne karşısı, ne de kendisi o tersliği yaşayamaz. Erol KARATEKİN
Sakın Tanrıyı ve Tanrıya şükretmeyi unutma! Baharı bekleyen kumrular gibi… diye başlayan Türk Sanat Müziği eserinin Güftesi; Ali TEKİNTÜRE’ye Bestesi; Coşkun SABAH’a ait olup eser; Kürdi Makamındadır. Sanırım en güzel dizesi; “Bir Tanrıyı, bir de beni unutma!” olsa gerek!
(13) Gri Hücreler; Yazdığı cinayet romanlarıyla tanınan ünlü İngiliz yazar Agatha Mary Clarissa Miller Christie MOLLOWAN’ın yarattığı Belçikalı Hercule POIROT karakterindeki dedektifin zekâsı, espri yeteneği, gözlemciliği ile “Küçük gri hücreler” dediği beynini kullanarak olayları çözmesinin ifadesi gibidir.
(14) Dokunamadığın birini özlüyorsan, özlediğin kalbine dokunmuştur çoktan. Can YÜCEL
Kalbimi payitaht ilân edip, kurduğu tahta oturduğunu itiraf etmek… Yaşamda cinsiyet farklılığının önemsiz kılındığı en önemli bölüm insan kalbi, yani belirli düzenin sağlanması için çalışması gereken en önemli organ. Bedenin payitahtı demekte sakınca olmayan. Sözü uzatmaya gerek yok; şarkıda anlatılmaya çalışılmış; Bırakamam seni ben, yanımdan gidemezsin… diye başlayan Şemsettin POLAT’ın sözlerini yazdığı, bestesini; Orhan AKDENİZ’in hazırladığı şarkının bir bölümünde “Taht kurmuşsun kalbime, en güzel yerindesin” denmektedir.
(15) Bağdat Yolu diye ünlenen, “Bir bakış baktın, kalbimi yaktın” şeklinde başlayan “Sen bir şahinsin, ben garip serçe” nakaratıyla gönüllere yerleşen Rast Makamındaki Türk Sanat Müziği eserinin Beste ve Güftesi; Cevat ÜLTANIR’a aittir.
(16) Drama Köprüsü bre Hassan, dardır geçilmez… Debreli Hassan için uyarlanmış özel bir öyküsü olan Batı Trakya Türküsü.
(17) Reanimasyon; Yeniden canlandırma. Bedenin çeşitli nedenlerle yitirilmiş ve ya yitirilmekte olan yaşamsal işlevini yani canlılığını geri kazandırmak için hızla tıbbi girişimlerde bulunulması ve buna ait özel yer.
(18) Unutamadığın kişi, daima senden uzakta olandır. Chuck PALAHNIUK
(19) Affetmek, bağışlamak her neyse geçmişi değiştirmez, ama geleceğin önünü açar. Paul BOESE
(20) Aşk, birbirine bakmak değil, birlikte aynı yöne bakmaktır. Antoine de Saint-EXUPERY
İki insan birbirlerini sevdikleri zaman birbirlerine bakmazlar, aynı yöne bakarlar. Ginger ROGERS
Sevmek insanların birbirlerine bakmaları değildir. Birlikte aynı yöne bakmalarıdır. André Paul Guillaume GIDE