Nedense bu gece canım sıkılıyordu nöbetimde. Gevşek, durgun idi hastanemin Acil Servisi... “Allah'a şükür!” demem gerekti! Öyle ya şehrimde kimsenin acil bir müdahaleye gereği yoktu, ya da başka hastaneler “Benim yüküm olmasın!” diye görevlerin tümünü üstlenmişlerdi!

Hani bazı insanlara “Şom ağızlı!(1)” derler ya, daha düşüncelerimin sonuna gelmemişken, ani telâş ve hareketlerle “Cuk oturmuştu!(2)” bu söz düşüncelerimin hemen ortasına. Hani biraz ileride olsa futbol maçlarındaki gibi ofsayt(3), biraz beri de olsa kontratak(3) olabilirdi.

Neden böyle dediğime gelince; bir sporcu genç arkadaşı getirmişlerdi kargatulumba(1), sözlerimi daha tamamlayamadan. Geceleyin halı sahada maç yaparlarken, belki daha önce olup da fark etmediği, ya da sakladığı ve belki de kimselere utanıp söyleyemediği kasık fıtığı(4), ameliyatını gerektirecek gibi yumurta ötesinde büyükçe bir durumda idi.

Yatıştırıcı verdim, sporcu kıyafetlerini çıkarmadan önce arkadaşlarından biri ya da bir kaçı pijama, temiz çamaşır ve Nüfus Kâğıdını getirdiler. Özel odaya yatırmak için sevk ettiğimde;

"Doktor leş gibiyim, duş almam mümkün mü?” dedi.

Tek cevap gerekiyordu;

“Duş orada, hem ameliyatın için de temizlenmen gerek, bilmem anlatabiliyor muyum?” dedim.

“Ne ameliyatı doktor!”

“Tabii ki...

Belki uzun zamandır, farkında olmadığınız, aslında farkında olup da önem vermediğiniz bir durumunuz var. Şimdi bana içtenlikle cevap verin. Öncesinde kasık bölgesinde hissettiğiniz bir şişkinlik var mıydı? Affedersiniz…

Lavaboda ıkınırken, sıkınırken, öksürürken bir şeyler fark ettiniz mi, ya da benzeri bir şey? Yaptığınız maç sırasında kendini iyice belli eden kasık fıtığının tamiri için bence gerekli bu ameliyat! Çok mu avam oldu? ‘Ufak bir operasyon’ diyeyim, o halde. Çünkü buna yarın sabah vizitesinde hocamız karar verecek!”

“Nasıl yani?”

“Açık ya da kapalı (Laparoskopik) dediğimiz iki tür ameliyat var, buna hocamız sorularının karşılığını alarak, muayene ederek karar verecek. Eğer daha önce bu ameliyatı geçirdiyseniz, fıtığınız sıkışmışsa, yırtık fazla ise, anestezi almanızda sakınca varsa bu takdirde açık ameliyat yapmak gerekecek…

Bu ameliyatta kasığa bir yarık açılır, fıtığı teşkil eden ne varsa içeriye doğru atılıp, yırtılan yer dikilir ve fıtık yaması, ya da mesh denilen bir parça yerleştirilir. Sonrasında siz sağ, ben selâmet, sağlığınıza kavuşup taburcu olursunuz...”

“Öteki nasıl bir şey, yani ‘lap lop’ gibi dediğiniz şey?”

“Özellikle çift taraflı fıtıklarda uygulanan bir sistem...

Fark ettiğim kadarıyla, diğer tarafınızda da belirledim gibi. Eğer daha önce fıtık ameliyatı olduysanız bunu, yani laparoskipiyi uygulamak mümkün değil...

Hem, bunun sakıncalı bir tarafı eğer yattığınız zaman bu şişkinlik kaybolmuyorsa mutlaka ameliyat olmanızın gerekliliği. Çünkü buna biz ‘Sıkışmış fıtık’ daha da ağrılı sızılı olursa ‘Boğulmuş fıtık’ demekteyiz!..

Eğer hissettikleriniz bunun gibi bir şeyse, hemen hocayı çağıralım ve gereğini yapsın, çünkü bunun riski oldukça büyüktür.”

“Fıtık ameliyatı olmadım, galiba, muhtemelen, sanırım ilk defa gibi…”

“Galiba mı, olmadınız mı?”

“Olmadım, evet, bir defa burnumdan et mi ne alındı, onun dışında ı-ııh!”

“Eğer olsaydınız % 100 kesin olarak ‘Açık!’ derdim, ama şanslısınız, hocam herhalde bu durumu dikkate alacaktır. Ama bilesiniz ki, bu ameliyattan sonra ağrı, sızı herhangi bir sıkıntınız olmayacaktır...

Herhangi bir iz kalmayacak, üstelik umduğunuzdan daha az bir sürede ayağa kalkacaksınız, garanti veririm. Peki, öncelikle sigara içiyor musunuz, erken doğum gibi bir önceliğiniz var mıydı ve ailenizden herhangi birinde böyle bir kasık fıtığı sıkıntısı olan oldu mu?”

“Yoo! Hepsi için hayır!”

“O halde laparoskopik dediğimiz, karnınızda üç delik açarak yapılacak 40-45 dakika sürecek, hocanın ve sizin tercihinize göre lokal ya da genel anestezi ile ve bu ameliyatla çabucak sağlığınıza kavuşacağınızı müjdeleyebilirim…

Ancak peşinen sevinmek uygun değil, dediğim gibi hocamız karar verecek ve herhangi bir sıkıntı halinde laparoskopikten açık ameliyata geçme riski de vardır, sizi uyarmam gerek!”

“Hepsi anlaşılmıştır. Dediklerinize, anlattıklarınıza göre yarın hocanızın görüşü için hazır olacak ve rıza göstereceğim anlattıklarınız için. Hem bir belge imzalamam gerekiyorsa hemen getirttirin imzalayayım!”

Tüm söylediklerimi, kullandığı ilâçları, yapabildiğim bulguları hocama göstermek için yazıp imzaladım, aynı zamanda ona da imzalattım. Enteresan bir ismi vardı genç adamın; Tekin Bektemirköprüsü(5) gibi.

Sabah gelen hocam, sorular sordu, yanıtladım, anlattım. Kan sulandırıcı bir ilâç kullanmadığı için genç adamın ameliyatını benim de bulunduğum bir süreçte başarıyla tamamladı, başka hiçbir gereklilik aramaksızın.

Bir gün içinde ayağa kalkacak ve sonra taburcu olacaktı. Vedalaştım, ama hissetmiş gibisine, içimden gelerek “Allahaısmarladık!” dememiştim. Oysa 24 saatlik nöbetim bitmişti ve herhangi bir enfeksiyon(3) ya da benzeri bir kusur olmazsa benim tekrar nöbete dönüş günümde taburcu olacaktı o genç kardeş. Oysa her şey insanların düşündüğü gibi olmuyordu...

Ameliyatın nekahetinin(3) yaşandığı gecede bu sefer aynı soy ismi taşıyan, adı Ekin olan, üstelik rahatsızlıkları nedeniyle mi, yoksa arkadaş-eş-dost tavsiyesiyle mi ne, aspirin kullanan bir genç kız gelmişti hastaneye. Doktor arkadaşımın benim göreve iliştiğimde belgelerle aktardığı bilgiler bunlar idi bana.

Aynı soy isim, benzer isimler ya kardeş, ya da karı-koca olabilirlerdi. Her ne kadar görmeden iki kardeş, abla-ağabey, ya da ağabey-kardeş olmaları olasılığı üzerinde durduysam da...

Bana aktarılan bilgilere göre genç kızı görmem, hatta eksik kalmış bilgileri tamamlamam ve verilen ameliyat kararını, düşüncelerini, arzularını bir de kendi ağzından duymam gerekti. Tekin'le beraber olacaklarına dair duyum aldığım için Ekin'i görmemin de sevinç olacağını düşünmüştüm, ister kardeş, ister karı-koca olsunlar beni, hiç mi ilgilendirmeyen.

Şu gerçek ki; çok zaman gerçeklerle, düşünceler ve hayaller birbirine asla uyum sağlayamıyordu, hele ki gönlü boş, kalbi yorgun, bir baltaya sap olamamış, gönlünün sultanını aramak çabasında olan insanlar için, tıpkı benim gibi…

Ben yaşamımda böyle güzel, insanın doktor da olsa aklını oynatan, beynini yerinden çıkartan, tariflere sığmayacak birini hiç görmemiştim. Gerçi gönül kimi severse değilse bile, kime tapınması gerektiğini biliyorsa ona göre görüşü gelişiyor, örtüşüyordu da.

Ama bilmediğim, hatta hem o filozofun dediği gibi; “Hiç bir şey bilmediğimdi(6)!” Eğer karı-koca iseler ve Hipokrat(7) da kulaklarımı çekme amacındaysa, sadece gözlerimi kapatmam gerekecekti. Peki, ya değilse, nasıl bir düşünceyi yörüngesine oturtabilirdim ki?

İnsanlar yaşamlarında saçma, anormal, ya da uygun ve uyum olmayan düşüncelere saplanınca yoruluyor, bu yorgunluk da onları makul ve mantıklı(1) düşüncelerden uzaklaştırıyordu. Hele ki ıstırap çeken, Acil Servise gelmiş bir hastaya; yılların değilse de, oldukça birikmiş birkaç yılın tecrübesini hafızasına saklamış bir doktorun bakışı gibi. Üstelik de ettiği Hipokrat Yeminini unutmuşçasına.

Her insanın, her mesleğin kendilerine göre farklılıkları ayrıcalıkları vardır, mutlaka. Ama ben, kendi beynime hükmetmekte sıkıntı çekiyor olsam da mesleğimin, görevimin, bildiklerimin ve bileceklerimin özellikleri dolaysıyla kendimi diğerlerine göre farklı görüyordum.

Asla üstünlük gibi bir kavramdan söz etmiyorum. Namus, mahremiyet(3), şeffaflık(3), çaresizliğin çaresi ve akla gelebilecek doktor-hasta ilişkileri olarak.

Peki, o halde? Kendi adıma konuşmam gerekirse; kendini zor zapt edebilen ve kendisini bana doktoru olarak emanet eden bir hastayı sahiplenmeyi istemek, ona bu arzuyla bakmak doğru olabilir miydi? Her şey yasaklar, tabular(3), günahlarla mı çerçevelenmeliydi? Kişinin izzeti nefsi(1), kendisine saygısı olmalıydı. Bu nedenle de ben başımı eğmeli, haddimi bilmeliydim(2).

Düşüncelerimi çöp kutusuna atmak için o güzelin odasından yavaşça dışarıya doğru yöneldiğimde, önce hafızama yerleştirmemek direncini yitirdiğim o genç kızın sesini duydum;

“Doktor!” diyen, ıstırabı için çare diler gibi. Sonra aynı anda Tekin ile karşılaştım kapıda. Bu ikilem bana Tanrımın sitemi, azarı, tenkidi, kızması gibi göründü.

Düşüncelerimi çöp tenekesine defetme hakkımı yitirmiştim! Hasta odasındaki çöp tenekesi zaten uygun değildi!

Oysa tuvalete atıp sifonu çeksem o kadar kolaydı ki yanlış düşüncelerimden sıyrılıp kurtulmak.

“Merhaba doktor! Bir gün görmeyince özlemişim gibi geldi bana. Önce beni sağlığıma kavuşturdunuz. Şimdi de Ekin'le ilgilendiğinizi duydum.”

“Bana iletilen dokümanlara göre şöyle bir bakmak için gelmiştim. Ama ilâçların etkisiyle olsa gerek, kendisini uyuklar gibi görünce odasından ayrılmak üzereydim.”

“Doktor diye seslenişi, ya da sayıklayışı kulağıma çalındı sanki. Kendine gelmiş olabilir mi?”

“Bakalım! Hem sormam gereken birkaç konuyu öğrenmem, bunun yanında aydınlatmam gereken konular var. Sizin ameliyatınız onun düşünülen safra kesesi yani öd kesesi dediğimiz ameliyatına göre daha kolaydı, laparoskopik ameliyatla hemen ayağa kalkmışsınız bile…

Ancak hanımefendi bir süre, belki de uzuna yakın bir süre ameliyat öncesi bakım için misafirimiz olarak kalacak gibime geliyor. Siz nesi oluyorsunuz bilmiyorum, ama herhalde kalacağı süre ile ilgili olarak ailesini bilgilendirmem gerekecek.”

Genç kız genç adamın cevap vermesine hacet kalmaksızın(2) yerinden doğrulur gibi hareketlenirken “Ağabey!” demişti. Beyaz badanalı hastane odası onun bu seslenişi ile ışıkla, güneşle dolmuş, aydınlanmıştı sanki.

Bu; yanlış düşüncemin aydınlatmağa çalıştığı umut ışığı olsa gerekti; yasak ve günahlara aldırmaksızın, bencilce, haksızca, hatta bir bakıma edepsizce gönlümde yoğunlaştırdığım.

Koyun can derdinde, kasap mal derdinde örneği. Genç kız normal yaşantısına dönmek arzusunda, bense onu sevmek dileğindeydim.

De...

Ağabey-kardeş olmaları, tamam, amenna(3)...

Peki, genç kız evli olamaz mıydı? Umutlanışım, dereyi görmeden paçaları sıvamak gibi olmaz mıydı? Hem o bir hasta, bense onun tedavisi ile yükümlü bir doktordum.

Düşünce, tasavvur ve umutlanmam sadece terbiyesizlik olarak düşünülmeliydi, bence. Her şey bir yana, kişinin öncelikle karşısındakine sonra kendisine ve en sonra da mesleğine saygı göstermesi zor olmasa gerekti.

Tekin yol gösterircesine uzattı kolunu, kardeşinin yattığı odaya doğru, sanki yanlış düşüncelerle boğuşmamı önlemek, ya da durdurmak ister gibi. Yutkunup bir yerlerden söze başlamalıydım, başladım da...

“Bir nebze bilgilendirmek isterim sizleri;

Çekinmenize gerek yok, daha önce de ağabeyinize anlattığım ve ona uygulandığı gibi laparoskopik, yani kapalı ameliyat olacaksınız. Bu nedenle bedeninizde bir hasar oluşmayacak. Hele aspirini bedeninizden tamamen atalım ve tetkiklerinizi tam olarak tamamlayalım öncelikle…

Konu nedir, çamurlaşma mı, taş mı, iltihap(3) mı, polip(3) mi her neyse önemli değil. Tıp da biz buna kısaca kolesistit(3) deriz, birkaç cinsi olsa da genel ismi bu. Çok derecesinin üstünde bir bulguya rastlarsak konusunda uzman olan hocamız karar verirse safra keseniz alınır…

Eğer bana iletilen şikâyetinizde gaz, gerginlik, hazımsızlık, karın üst tarafındaki bulantı devam ediyorsa ultrasonografi(3) ile detayları öğrenmemiz gerekecek…

Ayrıca anestezi uzmanı hocamızın da sizi kontrol edeceğini söylemeliyim. Ameliyat öncesinde size bir gün zorunlu oruç tutturacağımızı da bilmeniz yararlı. Ancak herhangi bir şikâyetiniz olursa beni verdiğim karttaki numaralardan arayabilir, yerimi hemşirelerden öğrenirsiniz, yardımcı olurum, bu benim aslolan görevim. Bana sormak istediğiniz bir şey var mı?”

“Ameliyatta tamamen soyunuk mu olacağım? Sonrasında utanır, kimsenin yüzüne bakamam da!”

“Merak etmeyin, sadece karnınız, göbeğiniz açık olacak, üstünüz de, altınız da, saçınız-başınız da örtülü olacak. Hem utanmanıza da gerek yok, bence. Ayrıca isterseniz, hoca haricinde ben dâhil tüm erkek doktorları hocamıza rica edersiniz, bayan olarak değiştirir, sanırım.”

“Öyle diyorsanız, gerek yok. Hem ağabeyime dikkatle yardımcı olmuşsunuz. Ben sizden neden çekineyim ki? Hem ameliyat ne kadar sürer, ne zaman orucu bırakır, yürür ve diğer aktivitelere(3) yönelirim ki? Yani; iş-güç, yemek yapma, çamaşır, bulaşık yıkama, banyo gibi…”

“Ortalama 45 dakika sürer. Ancak bulguların azlığına ya da çokluğuna göre bu süre azalabilir de, uzayabilir de. Merak etmeyin. İyi haber, ameliyat sonrasında birkaç saat içinde kendinize gelmeniz, 5-6 saat sonra da orucu bırakmanızdır…

Hatta destek bile almadan yürüyebilirsiniz de. Son olarak eklemem tek şey; her ihtimali, riski göz ardı etmemek için % 1 olasılık olsa dahi patolojik kontrolün(1) yaptırılacağıdır. Umarım ne sizde, ne de tüm hastalarımızda bunun nedeni olacak menfi bir bulguya rastlamayız…

Başka sorunuz yoksa ben ağabey-kardeş dertleşmeniz için sizleri yalnız bırakayım. Unutmayın, bugün bütün gün buradayım, sonrasında da ne zaman isterseniz bana ulaşabilirsiniz!”

Kart vermem, beni arayabileceklerini söylemem, her zaman yaptığım olağan bir şey değildi. Sanırım ki, ayıbımda devam etme arzumu engelleyemiyordum.

Günün nasıl geçtiği, diğer hastalarla nasıl ve ne şekilde ilgilendiğim yaşamımda izi hiç kalmamış bir boşluk gibi duruyor, düşüncelerim nedeniyle.

Nöbetimin sonunda “Allahaısmarladık!” demek, etkilenişimi kendime bile yadsıyarak odasına yöneldim. Uyuyor, ya da uyukluyordu kapısını açtığımda. Hafifçe rahatsız etmeksizin kapatmak isterken sanki sözüyle belirtmemin mümkün olmadığı bir şekilde bana seslendi;

“Doktor?” diyerek soru, merak şeklinde bir seslenişti bu devamını getirdiği;

“Ne zaman ameliyat olacağıma karar verildi mi?”

“Birkaç gün daha dinlenmeniz her bakımdan yararlı olacak sanırım, ama kesin kararı hocamız söyleyecek size, bir gün öncesinden!”

“Siz de ameliyatta olacak mısınız?”

“Görevliysem tabii, değilsem diğer arkadaşlarım...”

“Siz durun başımda, hatta sabır ve cesaret vermek için elimden tutun!”

“İşte bu mümkün değil hanımefendi. Birincisi; Hipokrat böyle bir şey yaptığımı duyarsa kör bıçakla keser beni, ikincisi; eğer istediğiniz gibi davranırsam, hem hocamın gözünden düşerim, hem de sizin operasyonunuz, ya da ameliyatınız işte her neyse o konuda yeterince ve isteğimce hizmet edemem.”

“Ama mutlaka siz katılın ameliyatıma, başımda olmanızı hissetmek istiyorum. Hem, gitmeden önce, Hipokrat'ın da gözlerine çarpmasın dileğiyle elimi tutup bana cesaret vermeniz de beni sevindirecektir, bilmenizi istedim.

“Ameliyatınızda bulunmaya gayret ederim, ama söz vermem mümkün değil!”

“Gayret etmeyin, yapın, söz verin, yoksa ameliyat masasından kalkmamayı, ya da patolojide istenmeyen bulguya rastlanılmasını dilerim!”

“Sakın ha! Ağzınızdan yel alsın! Bir hastamın ilenmesi(2) beni üzer, peki, ne olursa olsun başınızda bulunacağım!”

“O zaman benim de şuram-buram açılıp görünecek, utanacağım gibi çekincem olmaz!”

“Hiç merak etmeyin, müsterih olun(2), kurallar sadece benim için değil, tüm çevrenizde gördüğünüz herkes için geçerlidir.”

“Peki, iyi geceler, iyi dinlenmeler. Ama bir dahaki seferde kapıyı açışınız biraz evvelki gibi korkarak, çekinerek olmasın lütfen!”

“Rahatsız etmemek tümümüzün en büyük prensiplerinden biridir. Hastamız bizim için her şeyden çok önceliği olandır, bunu bilin ve rahatsız etmeme düşüncelerimiz için bizi, bizleri ayıplamayın lütfen.”

“Peki! Tekrar iyi dilekler, benim için de dua etmeyi unutmayın lütfen!”

Cevap veremedim. Bu ne demekti? Kendim için ne diye dua ediyordum, ya da edecektim ki, onun için de dua etmemi istiyordu.

Ne açlığım, ne susuzluğum, ne de uykusuzluğum belirgindi cismimde. Muhtaç olmadığım ihtiyaçlardı bunlar. Onun dileğindeki gibi bir kez elini tutsam, sonrasında temelli göçer gibi yok olsam, dileğindeydim.

Mademki beynimdeki kurguya göre sevmem yasaktı, mademki aşk; görevimin icabı günahtı, haramdı, ya da mekruh(3), memnu(3) her neyse öyle bir şeydi, o halde benim için yaşamak gereksizdi.

İnanırım ki arzusu, isteği olan yaşardı. Ben ne yitirdiğimin, ya da yitirmem gerektiğinin farkındaydım. Farkında olduğum şey, ya da şeyler yaşamda kalmam için gereksizdi. Ölüm ise kurtuluşum için tek basamaktı bence.

Ve her nedense idi, bu saplantım?

İnsanın mesleki taassubunun(3) önüne geçemeyip bedbinleşmesine bir doktor olarak ne ad verilirdi, bilmiyordum. Ancak insan gönlüne yasak hükmü, kalbine pranga, beynine kilit vurabilir miydi?

Bilmemek eziyetti ve ben bu eziyete lâyıktım (bence). Yatağımda belki dört tarafıma dönüyor, uyuyamıyor, gözlerimden uykunun zerresi akmıyordu.

Akşamın oldukça ilerlemiş, gecenin olmamak direncini yaşadığı bir vakit olmasına rağmen, Trafik Polisleri avadanlık ve alkol muayenesi yapıyor olsalar da, alıp başımı bir yerlere, meselâ bir su kenarına gitsem, ayın yakamozlarla üleştiği çehreye dokunsam diye düşündüm. Hiçbir şeyden çekinmeksizin, içimden geçtiğince içimi dökmeyi arzuluyordum.

Kalkıp giyinmek, yola düşmek benim için zahmet olamazdı, olmamıştı da…

Arabamı ben kullanıyordum, ama gittiğim istikâmeti bilmiyor, belki de bilemiyordum. Ancak arabam zeki idi(!), beni, kendimle üleşmem, beni bana hatırlatmak, düşüncelerimi gereğini uygun olarak bütünleştirmek için bir baraj gölünün kenarına getirmiş ve beni ben başıma bırakarak suskunluğuna bürünmüştü!

Nedense ağlamak geçiyordu içimden, sesimin duyulmayacağına(8), hüznümün fark edilmeyeceğine inanarak, yakamozlarda.

Göz pınarlarım kupkuru bir dere yatağı gibiydi. Sessizlikte yalnızlığımı yaşarken, nereden dudaklarıma takıldıysa; “Varsın bir yudum su veren olmasın, başucumda biri bana 'Su yok!' desin de(9) sözleri resmigeçit yapar gibiydi.

Oysa yıllardır torbasında, ya da çantasında duran Mushaf(3) gibi kimsesizliği yaşıyordum.

Telefonum çaldı;

“İçimden bir ses seni merak etmemi fısıldadı bana. Endişelendim, sesini duyayım istedim!” dedi.

O ses, onun sesiydi.

“Yalnızlığımda, kimsesizliğimde, benim seni benimle üleştiğimi kim söyledi ki sana?”

Üç-beş saat öncesine kadar “Siz, Hanımefendi” olan siz’ler, “Sen” olmuştu farkında olmaksızın ve fark etmediğim şey ise, bir bakıma ilân-ı aşk etmemin gizli görüntüsüydü. Ben anlamış ve sonrasında duygularımı süzgeçten geçirircesine fark etmişken, o belki de peşinen anlamıştı beni.

“Bu sözler, elimi tutacağın anlamına mı geliyor?”

“İstersen, izin verirsen... "

“İstemesem, arar mıydım, merak eder miydim, endişelenir miydim hem?”

“O zaman ilâçlarını al, dinlen en kısa zaman içinde yanında olup, cesaretimi toplayıp, kendime özgü düşünceleri arkama atıp ellerinden tutacağım!”

“Ne kadar en kısa zaman içinde? Yoksa ‘Hemen!’ demek istedin de ben mi anlayamadım?”

“Peki, hemen! Ama doktorun olarak değil!”

“Mevlâna'yı özümse; ‘Ne olursan ol, yeter ki gel(10) ve yalnızlık hissetmeyeyim.”

Bazı şeyler yıldırım hızıyla olur, gerçekleşir, yaşanmaya başlanırmış.

İddiam; “Yıldırım Aşk” gibi bir safsata(3) değil gibime geliyor. Düpedüz, ben beni destekleyerek her ne ad verilirse verilsin; diyordum ki; “Ben hastamı, ona hasta olacak kadar seviyordum!”

Peki, o?

Merak eden, endişelenen, elini tutmamı ve gelmemi bekleyen birinin de benimle aynı duyguları paylaştığını düşünmek fazlası doğal olmayan bir iyimserlik miydi?

“Geliyorum!” dedim...

 

YAZANIN NOTLARI:

(*) Biri laparoskopik, diğer üçü açık dört defa fıtık ameliyatı oldum, bilgi birikimim ondan. Hatta birinde doktorlara, bayılmadan evvel “Tanınmamak için maske taksanız da sizi, tamdım!” diyerek ameliyat öncesi şaklabanlık bile yapmıştım.

Safra kesesi ameliyatını ise babam yaşadı, kız kardeşim hemşire olduğundan bir kısım bilgileri ondan aldım. Ayrıca kalbimden ve burnumdan operasyon geçirdiğimi söylemem de gerekli değil herhalde. Bilgilerimin çoğu eski. Hiçbir zaman bir doktor kadar bilgi birikimim ve gelişimimin olmamasının doğal karşılanması dileğim.

(*) Öyküdeki ben, “Doktor bilmem kimim!” (Doktor olmadığım halde) demedim. Kim olursam olayım, önemsizim. Önemli olan doktorların da hastalarına âşık olabileceklerini vurgulamaktı. İddiam şu ki; dünyada en önemli şey sevgi ve dolaysıyla onun yarattığı aşktır, herkes için gerekli olan.

(1) İzzeti Nefs; İnsanın vakar, şeref ve haysiyetini koruması.

Kargatulumba; Bir kimseyi birkaç kişi kollarından ve bacaklarından tutup havaya kaldırma.

Makul ve Mantıklı; Akla uygun, akıllıca, belirgin, aşırı olmayan, uygun, elverişli, akla uygun iş gören, akılla kanıtlanan, sözü akla yakın.

Patoloji Kontrolü (Testi); Hastalık Bilimi Testi. Doku ve hücrelerdeki değişikliklerin, özellikle kanser tanısı laboratuvar teknikleri kullanılması için test edilmesi.

Şom Ağızlı; Sürekli kötü şeylerden söz eden, uğursuzluk getireceğinden korkulan, olayların gelişmesini önceden görüp özellikle felâketler hakkında kesin kehanetlerde bulunan, hemen her olayı kötüye yoran, kötü şeyler olacağını söyleyen, ileri sürdüğü ihtimallerin gerçekleşmesinden korkulan, uğursuzluk getiren.

(2) Cuk Diye Yerine Oturmak (Aşığı Cuk Oturtmak);  İşi çok olumlu bir şekilde almak, yapmak. Uygun gelmek, yakışmak. Aşık kemiğinin dik duruşunu ifadelendiren bir deyim olmakla birlikte, tam yerine denk, rast gelmek anlamında kullanılan bir deyim.

Hacet Kalmamak; Gereği olmamak.

Haddini Bilmek; Neler yapabileceğini, gücünün ve yeteneğinin nelere yetebileceğini bilerek onun ötesine geçmemek, ölçüsünü bilmek. Mevlânâ Celâleddîn-î RÛMÎ’ya sormuşlar; “O kadar yazarsın, o kadar okursun, ne bilirsin?” diye şu cevabı vermiş; “Haddimi bilirim!”

İlenmek; Bir kimsenin kötü bir duruma düşmesini gönülden geçirmek, ya da bunu açıkça söylemek, bir kimse için kötü dilekte bulunmak.

Müsterih Olmak; Bütün kaygılardan uzak, gönlü rahata kavuşmuş, içi rahat olmak.

(3) Aktivite; Etkinlik. Aktif olma durumu, bazı etkileri oluşturma yeteneği.

Amenna; Genelde peşine “ve saddakna” kelimesi eklenerek kullanılan Arapça bir deyim olup, asıl anlamı “İman ettim, tasdik ettimdir.  Türkçemizde “Mutlaka öyledir, doğru, diyecek bir şey yok, kabul ettim, inandım, anladım!” şeklinde onaylama sözü olarak kullanılmaktadır.

İltihap; Alevlenmek. Yangı. Vücudun herhangi bir dokusunda mikroplara veya başka zararlılara karşı şişkinlik, kızarıklık, ısı artışı ile şekillenene ileri safhasında  irin toplanması da görülen, hayati özellik taşıyan koruyucu reaksiyonu.

Kolesistit; Safra kesesi iltihabı. Safrakesesinde gelişen enfeksiyon sonucu safra kesesi duvarında kalınlaşma ve ödem oluşması olup bunun çoğunlukla sebebi safrakesesi taşlarıdır.

Kontratak; Karşı Atak. Savunmanın zayıf ve az olduğu durumlarda yapılan ani ve etkili hücum girişimi.

Mahremiyet; Gizli olma durumu, kişisel gizlilik. Kişinin sadece kendisine ait olan, aynı zamanda sınırları Allah tarafından belirlenmiş alan.

Mekruh; Haram gibi kesin ve bağlayıcı olmamakla birlikte yapılmaması istenen, hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey.

Memnu; Yasaklanmış olan, yasak.

Mushaf; Türlü sayfalardan oluşan kitap anlamında olmakla beraber, Kur’an’ı Kerim’in sayfalarının bir araya toplanarak kitap haline getirilmiş şekli. Kur’an anlamında da kullanılmakta.

Ofsayt; Bir işi tam becerecekken hata yapma durumu. Ayaktopunda(futbol) top bir yöne doğru hareket halindeyken, o kaleye akın yapan takımın oyuncularından birinin, kaleciyle arasında Karşı takımdan herhangi bir oyuncunun bulunmaması durumu.

Polip; Vücutta mukozayla kaplı boşluklar içinde gelişen, yumuşak etli, genellikle saplı ve armut biçiminde ur.

Safsata; Kıyas-ı Batıl. Bir düşünceyi ortaya koyarken, anlatmaya, anlamaya çalışırken yapılan yanlışlar, sahtelikler, gerçek olmayan yanlış şeyler.

Şeffaflık; Saydamlık. Belirli, açık olma.

Taassup; Herhangi bir delile dayanmadan bir fikre körü körüne inanmak.  Bağnazlık. Tutuculuk. Fanatizm. Diğer din ve inançlara nefret ve düşmanlık hisleri beslemek. Bir şeylere aşırı düşkünlük ve tutkuyla bağlanmak ve onun dışındaki her şeyi reddetmek. Ruhi bir saplantı olarak de değerlenebilir.

Ultrasonografi; Ultrason kullanılarak elde edilen görüntüler. Birçok hastalığın ön teşhisinde kullanılan ancak daha çok karın organları gibi ses dalgalarının kolayca geçebileceği konumdaki organların tetkikinde etkili bir inceleme yöntemi olup X ışını yoktur.

(4) İnguinal Henri; Kasık Fıtığı. Karın duvarına ait zar yapılarının karın kaslarının yetersizliğinden, zayıflığı ve yırtılmasından dolayı olan fıtık. Yumuşak doku şişliği şeklinde kendini gösterir. Öksürme, ıkınma, ağır kaldırma belirginleşmesinin nedenidir.

Doktor Değilim (Dediğim gibi); Bu nedenle bir kısım bilgileri Google’dan derledim. Diğer bir kısım bilgileri, kasık fıtığı ameliyatlarım ile kendi yaşantımdan, prostat gibi rahatsızlıkları ise yaşayıp ameliyat olan arkadaşlarımın anlattıklarıyla ilgili birikimlerimden derledim. Bu konuda kısa bir bilgi vermek gerekirse; erkeklerin kâbusu olarak görülen REKTAL MUAYENE; özellikle PSA değeri bakımından önem taşımaktadır.

 (5) Cameo; Aslı; Kabartmalı değerli taştır. Ancak Cameo; Cameo Görünümün kısaltılmış şeklidir. Bir oyun, film, televizyon gibi gösteri sanatlarında insanlar tarafından çok iyi bilinen bir kişinin bu gösterilerde kısa bir süre görünmesidir. Öykülerim görüntülü olmasa da ben de bazen Alfred HITCHCOCK’un kendisini filmlerde görüntülemesi gibi ismimi sanki Cameo imiş gibi kullanma gayretinde oluyorum. Çok bilinen bir kişi olmamakla beraber ben de ismimi, soy ismimi, ya da soy ismimden bir ya da birkaç parçayı, köyümün Bekdemir adını, Bilecik ilimin plâka nosu olan 11 rakamını, eşimin, çocuklarımın, sevdiklerimin adlarını öykünün bir yerlerinde görüntülemeye çalışıyorum. Bu öyküde kısaltılmış olarak “Tekin, Ekin” soy ismimden (ç)alınmıştır!

Öyküdeki isimleri ve soy ismi ben uydurdum, köyüm Bekdemir'in içinde olan demiryolu köprüsü Bekdemir Köprüsü bu isimle anılır. Bu gün hızlı tren servisi nedeniyle demiryollarının yerleri değiştirilmiş olsa da.

(6) Eğer gerçeği gerçekten bilmek istiyorsan, yaşamında bir kez olsun bütün şeyler hakkında şüphe et. Kesin olan bir şey var. Bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek… Şüphe etmek düşünmektir. Düşünmekse var olmaktır. Öyleyse var olduğum şüphesizdir. Düşünüyorum, o halde varım. İlk bilgim bu sağlam bilgidir. Şimdi bütün öteki bilgileri bu bilgiden çıkartabilirim.   Rene DESCARTES

Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir. Bildiğim bilmediğimin içinde. Ve “Ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan akıllıyım.  SOCRATES (Sokrat; Milâttan Önce 469-399 yılları arasında yaşamıştır.)

(7) Hipokrat Yemini (Bugünkü Hali); “Tıp Fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı statü, hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, hastalarımı memnun edeceğime, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime, mesleğim dolaysıyla öğrendiğim küçük sırları saklayacağıma, hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı ve sevgi göstereceğime dil, din, milliyet, cinsiyet, takım, ırk ve parti farklarının görevimle, vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime, mesleğimi dürüstlük ve onurla yapacağıma namus ve şerefim üzerine yemin ederim.” (Bu yeminde anlayamadığım şeyler; küçük sırları açıklamamak iyi de, büyük sırları açıklamakta sakınca yok mu? İkincisi; parti farkları denirken neden mezhep farkları da dikkate alınmamıştır ki? Üçüncüsü; Anayasaya rağmen yeminler bozulabilirken, bu yeminin gerçekleşme olasılığı % kaçtır?)

(8) Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda; Dokunabilir misiniz, Gözyaşlarıma, ellerinizle. Bilmezdim, Şarkıların bu kadar güzel, kelimelerin kifayetsiz olduğunu, Bu derde düşmeden önce! Orhan Veli KANIK, “ANLATAMIYORUM”

(9) Yıllardır ki, bir kılıcım kapalı kında, Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi… ve; Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el, Kıpırdamak istemiyor gözkapaklarım, Yan odadan bir ses diyor gibi gel Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım! Varsın yine bir yudum su veren olmasın, Başucumda biri bana ‘Su yok!’ desin de!  “KİMSESİZLİK” Kemalettin KAMU

 (10) Gel, Ne olursan Ol Gel; “Gel, gel, ne olursan ol, yine gel, / İster kâfir, ister dergi, / İster puta tapan ol, yine gel, / Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…/  Şu toprağa sevgiden başka tohum ekmeyiz biz / Beri gel beri! Daha da beri! Niceye şu yol vuruculuk? / Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik, benlik… / Ölümümüzden sonra mezarımı yerde aramayınız / Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.  Mevlânâ Celâleddîn-î RÛMÎ’nın büyük, incitmeyen sözleri.