Dört arkadaş, canciğer, kuzu sarması(1) gibiydiler üniversite başlangıcını takip eden birkaç aydan sonra, bugünlerde ulaştıkları son sınıfa kadar. Hani derler ya; “Biri garptan, biri şarktan, biri şimalden, biri cenuptan” diye dört farklı yön olarak, tıpkı öylesine gelip yerleşmişlerdi üniversiteye ve üniversitenin yurdundaki aynı kompartımandaki(2) ranzalardan(2) ikisine, yan yana ve altlı-üstlü olarak.
Dört arkadaşın sadece; “Yedikleri, içtikleri ayrı giderdi!” dense yeriydi. Üstelik öylesine farklı yaşam boyutlarından gelmişler, öylesine farklılıkları vardı ki, bölüm arkadaşları, çevreleri, asistanlar, profesörler bile bu yakınlıklarına hayret ederlerdi.
En büyükleri…
Büyük deyince yanlış anlaşılmasın, aynı yılın çocukları olmakla beraber gün, ay farkları vardı aralarında. Doğal olarak bir de isim farklılıkları tabiidir ki.
En büyüklerinin adı Nüfus Kâğıdında yazıldığı şekilde “Amed” idi. Muhtemelen “h” harfinin konulması unutulmuş, sonu kalınlaştırılmış “Ahmet” olsa gerekti ismi. Belki de yaşadığı il dolaysıyla Nüfus Memuru kelime oyunu yaparak belirlemiş olabilirdi ismini. Belki ya da muhtemelen ailesi de istemiş olabilirdi bu ismi.
Esmer, yağız(3), gür-siyah saçlı, sol göz kenarında şark çıbanı izi olan, yaşadığı kenti, kimliğini saklamayan Kürt kökenli, ancak hiçbir şekilde ülkü ve ülke ayrımı yapmayan bir Diyarbakırlıydı.
Arkadaşları onu “Ahmet” olarak kabul etmişlerdi, öyle çağırıyorlardı. Bu; fakülte bölümündekiler ve çevrelerindekiler tarafından da benimsenmişti. Not Çizelgelerinde, belgelerde adı ne yazılmış olursa olsun. Zeki, çalışkan, akılı ve notları hep yüksek bir gençti.
Ahmet’ten on bir gün küçük olan Abdulsamed de özel biri idi. Onun da “Abdül” kısmını bir kenara atmışlardı arkadaşları, Samed’i de yumuşatmışlardı, onların indinde arkadaşlarının ismi “Samet” idi.
Samet, kızıl pancar gibi güneş yanığı, ya da ayaz eserli ten yüzüyle gerçek bir dadaştı. Kısa saçlı, uzun burunlu, lehçesiyle özelliğini her daim hissettiren ve o da aslını saklamayan bir Erzurumlu idi.
Ve onun keyifli zamanlarda çığırdığı(4)(!) arkadaşlarının dinleye dinleye gına getirdiği(5) tek sevdiği türkü; “Hele dadaş hoş musan, dolu musun boş musan?” şeklindeki Erzurum yöresi türküsü idi.
Samet’in diğerlerine göre tek farkı teknik resim derslerinde, dadaşlığının eseri olarak profesörle hep dalaşmasıydı(4). Bir bakıma değil, bin bakıma. Çok bakıma haklıydı davranışlarında. Yoo! Öyle kırık not alınca “Hoca verdi!” iyi not alınca “Ben aldım!” diyen tipte biri değildi Samet.
Çünkü (Bir trafik kazasında rahmetli olan) hoca ölçüp biçip 10.000 puan, ya da 100,00 tam puan üzerinden not verirdi, nasıl hesapladığını kimsenin bilemediği, akıl erdiremediği bir şekilde.
Ve dahi dadaş Samet’in aldığı en yüksek not; 44,46 idi. O da hocanın takdirine göre 10 üzerinden 4,5 olamıyor, dolaysıyla da tabloya 5 olarak işlenemediğinden geçerli not almamış oluyordu.
Üstelik Samet titiz(3) bir çocuktu.
Teknik resim için gerekli olan tüm malzemeleri vardı eksiksiz olarak; T cetveli(6), pergel, gönye(6), cetveller, ince ve kalın uçlu (H ve B serisi) kurşun kalemler(6), yumuşak ve sert silgiler, aydınger kâğıtlarının(6) silinmesi için hiç kullanılmamış jiletler, yazı ve çizi şablonları(6), minkale(6), birkaç uçlu rapidograf(6), birkaç cins trilin(6) gibi.
Kısacası; yok denilecek yok’u yoktu…
Tüm bunlara karşın Samet arkadaşlarının yardımını da kabul etmekle beraber belirlenen not barajını bir türlü aşamıyordu. Allah’tan yılsonuna doğru profesör hoca her ne sebeple ise yurtdışına gitmişti de, yalvar-yakar(7), estek-köstek(7), kenardan-köşeden(7) ve saklamamak gerek ki, asistanın himmeti(3) ve katkısı ile sondan bir evvelki seneyi yıldızlı(!) 5 numara alarak geçmişti, 10 üzerinden.
Nasıl ki insanların lehçesinde düzeltemediği kelimeler varsa, Samet’in de nasırlı elleriyle daha iyi resimler düzeltmesi (yapması anlamında) mümkün değildi, zaten bu konuda iddiası da, meyli de yoktu…
Ahmet’ten 26, Samet’ten 15 gün küçük olan Memed’in isminde de ”h” harfi eksikliği ve son harfin kalınlaşmış olması sorunu vardı. Değerli bir üstadın yazdığı romandan(8) esinlenerek, Adanalı olmasını dikkate alarak “İnce Memed” adını koymuştu ona kafadarları(3).
İnce Memed’in bir bakıma da kendini haklı gördüğü en kötü huyu; kendi sınıfı dışındaki fakültedeki (kendi sınıfında zaten tek bir kız vardı, sözlü gibi, dünya ahret bacısı(9) idi o, zaten) tüm bölümlerdeki kız arkadaşlara sarkmak(4) ve haftada en az bir kere dürüm(10) Adana yemekti.
Eli açıktı, üstelik züğürt(3) değildi, diğer arkadaşları gibi burs almamıştı. Arkadaşları sıkıştıklarında destek olur, hatta “Kardeşim” dediklerinin cep telefonunu kullanmalarına müsaade eder, neyi var neyi yoksa üleşirdi “Kardeşim” dedikleriyle, üleşmekten kaçınmazdı bir bakıma.
İnce Memed cep telefonunu ailesine, daha doğrusu direk olarak annesine; “İyiyim, derslerim iyi, siz nasılsınız?” demek yerine “Harçlığım bitti! Param yok!” diye açar, mesaj yerine ulaşır, anında değilse bile, hemen sonrasında şişkinleşirdi banka cüzdanı.
Allah var, Ahmet’le kıyas edilmese(5) de, onun da notları düzgündü, teknik resim notu bile. Zaten İnce Memed olmasa Samet ağzıyla kuş tutsa bile sonuç sıfıra-sıfır, elde var sıfır(11) olarak tecelli ederdi(5), mutlaka.
İnce Memed, en çok da yanında, ya da civarında bir kız öğrenci varsa, arkadaşlarının ona “İnce Memed” diye seslenmelerinden hoşnut olurdu(5). Hatta hoşlanmak bir yana memnun bile olurdu.
Arada bir de; “Adanalıyık, Allah’ın adamıyık!”diyen Memed, ismine uygun, ince-uzun, zayıf, kikirik(3) tarifi içinde gibiydi.
İnce Memed bir bakıma küskündü yaşama, başından geçen olay nedeniyle.
“Ben tüm sevgimi tükettim, birdi, bir taneydi, bir tanemdi” derdi yitirdiğini sandığı sevdiği için.
İkinci sınıf sömestre tatiline yakın bir zamanda sevdiği kızdan gelen mektup ve telefonlar, mesajlar aniden kesilmişti. Kıskandığından olsa gerek kimselere göstermediği resmine sık sık ve uzun uzun bakıp, kendi kendine konuşur olmuştu.
Arkadaşları durgunluğunun farkındaydılar, oysa ne kadar sevinçli olurdu, onların yanındayken telefon, ya da mektup geldiğinde, bir kenara saklanıp okuduğunda, ya da telefonla konuştuğunda.
Sömestre tatilinde Adana’ya gittiğinde, genç kızın ailesi, daha doğrusu babası, hiddetle, şiddetle, ancak üzüntü belirtisi göstermeden; “Öldü!” demişti, sevdiği kız için.
Bir yasak gibi kabullenmesi zordu, mezarını göstermemişti babası, aramış-taramış başarılı olamamıştı.
Bu nedenleydi küslüğü, küskünlüğü yaşama. Okuldaki tüm kızlara karşı davranışlarında sevdiğini bulma umuduyla adımlamağa çalışıyordu bundan sonrası boş dediği vakitlerini (galiba).
Dördüncüsü; yani yaşça en ufakları, cüsse(3) ve bedence pehlivan yapılı, doğdukları yılın sonuna en uzun gecenin(12) ertesine yetişmiş Haled’e de, isminin anlamını bilmelerine rağmen “Halit” ismini yakıştıran arkadaşları; çok zaman; “Sene 1300 dense de aslı; 1299, Osmanlı Devleti Bilecik-Söğüt’te kuruldu…
İlk payitaht Bilecik, bizler Şeyh Edibali torunları, Osmanlıyız, manavız(3)!” şeklinde övünmelerine katlanmak zorunda kalırlardı. Sadece bu sözlerine mi? Nerdeee?
Samet’ten farkı yoktu onun da. Bir başladı mı türkülerine, oyun oynayarak tutabilene aşk olsundu! “Et koydum tencereye”, “Söğüdün erenleri” gibi yöresel türküler eşliğinde. Yanlışlığını da kabul etmemek en kötü huylarından biri idi.
Örneğin “Köprünün altı diken” türküsünü(13) de başka yöreye ait olmasına rağmen kendi yöresinin türküsü gibi lanse etme(5) gayretinde olurdu.
Halit tombuldu(3), hem çakır, hem açgözlüydü(3), ama sempatikti(3) de ve “öz arkadaşlarının” deyişi ile “Hakiki bir inekti” ve kızdırılması, sinirlendirilmesi çok kolaydı.
Durup dururken “Mö!” denildi mi, arkadaşları dışındakilere sille-tokat girişmek(5) isterdi, ama bu onun sadece tepki biçimiydi, bilirdi ki öz arkadaşları kendisini zapt edeceklerdi.
Ve sözlerini sakınmadan zapt etmeksizin uluorta sarf ederdi;
“Okuyup bu okulda profesör olacağım. O zaman sizin çocuklarınızdan biri düşmez mi elime, teknik resim profesörü gibi inlete-inlete mölettirip(5), melettireceğim onu, ya da onları? Görürsünüz siz!” derdi.
Aradan yarım saat geçmeden ortalık süt-liman olurdu(14), ne varmış, ne yokmuş, kanlı-bıçaklı olduğu kişiyle kol kola girmiş görürlerdi kendisini kantinde, hatta karşılıklı olarak çay içerken ya da kargabeyni(3) yerlerken.
Çay, ya da kargabeyni ikramının şirketten değil(!) karşısındakinden olduğunu söylemeye gerek yoktu herhalde. Çünkü Halit züğürttü, evinden gelen beş kuruşu olmazdı, bursuyla kendine yetinmeye çalışırdı, kendisine “Mö!” diye sataşanların ikramları dışında.
Yaz tatillerinde stajı dışındaki zamanlarda da amelelik dâhil her işin üstesinden gelmeğe çalışırdı. Birikintileri; sadece defter-kitap-teksir için değil, üstü-başı için de gerekliydi.
Ve mağrurdu(3) Halit. İnce Memed onun bu huyunu ağzının payını alarak öğrenmişti, bir yardım teklifi sonunda.
Ancak Halit de diğer “Kardeşleri” gibi İnce Memed’in dürüm, ya da lavaş(10) arası Adana teklifini reddetmezdi çok zaman, ama her zaman değil…
İşte böylesine bir gruptu, onların grubu. Ders çalışırken beraber, birbirine gerektiğinde gerektiği şekilde yardımcı olan, derslerde-tatbikatlarda, yerlerken-içerlerken aynı masada beraberdiler.
İki sorunlarından birincisi; Erzurumlunun teknik resim, ikincisi; Bilecikli pehlivanın ders notları konusundaki hırsı idi…
Kanaatkâr(3) değildi Halit. Öğretim görevlisi olmak ideali olduğu için, ranzasında bile el feneriyle bilmesi gerekenleri hatim ederdi(5)!
Diğer tüm konularda dört arkadaş da mutabıktılar(3). Tabiidir ki İnce Memed’in kızlara sarkıntılıkları, atılımları kimseyi enterese etmezdi(5). Malûm her şeyin bir zamanı vardı, İnce Memed biraz ilerideydi bu konuda zaman olarak, ya da hiçbirinin bilmediği bir derdi, bir saklısı, bir gizlisi olmalıydı, hınç almak(5) ister gibi çevresinden (galiba). Ne gereği vardıysa?...
İnce Memed maddi varlığının tartışılmayacak kadar fazla olması nedeniyle bir kısım şeyleri diğerlerine göre daha iyi bildiği iddiasındaydı, belki de doğal Adanalı yapısı bunu gerektirir gibiydi.
Meselâ hangi balık, ya da hangi etle ne tür şarap içileceği konusunda iddialı idi, rakı-balık favorisi dışında…
Bu bilgileri okurken değil, eşten-dosttan, memleketindekilerden öğrenmişti. Buna rağmen onu içkili halde hiç görmemişlerdi arkadaşları son sınıfa kadar. Ancak İnce Memed’in bitip-tükenmeyen pehlivan tefrikaları(15) gibi anlatışları vardı ki, bazen arkadaşlarını bayar(4), tahammüllerini sınardı sanki.
Arkadaşları da onu tenkit etme haklarını asla ertelemez; “Kısa kes de, Adana Havası olsun!” derlerdi, sözün aslının bir başka yöreye ve bambaşka manada olmasını(16) göz ardı ederek. O da ikinci bir tenkide katlanmak istemeksizin üfürmesine(4) (!) son verir, susardı. Ama arkadaşlarını da bildiği konularda imtihan etmekten vazgeçmezdi, asla!
“Chateaubriand(17), strudel(17), stroganoff(17), kordon blö(17), pane(17), kornişon(17) nedir, bilir misiniz siz? Burbon(17) içtiniz mi? Karides(17), kalamar(173) ne menem(18) şeylerdir, tattınız mı hiç? Allah bilir isimlerini bile ilk defa duyuyorsunuzdur siz!” derdi, övünçle (gibi).
Diğerleri, doğup yaşayıp büyüdükleri şehirlerin özelliklerini sıralayarak susturmaya çalışırlardı onu, ancak onun o gür sesinin üstesinden gelmeleri mümkün olmaz, olamazdı. Bir bakıma inceliği sesinde yoktu, maşallahı vardı gırtlağının, dudaklarının demek, daha açık bir izah olsa gerekti. Kikiriklik sadece ve yalnız bedenindeydi.
İnce Memed bazen yaşantısından da kesitler sunmaya gayret ederdi. Sanki öykü anlatır gibi, sanki kendi bildiklerinin arkadaşları tarafından da bilinmesini ister gibi. Seyrettiği filmleri, ağabeyi ve ablasıyla gittiği konserleri ve izlediği sanatkârları hani deyim yerindeyse bazen ipin ucunu kaçırarak(5) ballandıra-ballandıra anlatmaktan(5) zevk alırdı, ancak övünme hissi yaşamadan…
Bu anlatışları içinde diğerlerinin en çok dikkatini çeken onun bar ya da pavyona Haşmet Ağabeyiyle gidişleri idi. Eee! Ne de olsa liseyi bitirirken on sekizini de bitirmişti. Her yer, her şey serbestti ona.
Buna rağmen-doğma-büyüme, bu yaşa kadar, tıpkı arkadaşları gibi sigara içme alışkanlığı olmamıştı Allah’a şükür.
Hem o kanuna(19) göre, kaçamak(3) pozisyonlar hariç, pavyonda da olsa sigara içmek için fıstıkları(3) bırakıp neden üst balkonlara, ya da pavyon dışına çıkmak gereğini yaşasın idi ki? Kaderinden yediği sille bile onu başka alışkanlıklara yöneltmemişti asla, hem de hiç.
Arkadaşları; “Kızlara düşkünlüğünün sebebi bu olsa gerek!” diye düşünürler, gene de anlattıklarını can kulağı ile abartısının(3) olduğunu bile bile, belki de merak ederek, ağızlarının suları akarak dinlerlerdi. Çünkü kaba anlamda hiçbiri milli olamamıştı(5) bu konularda.
Bunun farkındaydı İnce Memed. Banka Cüzdanının kabardığı bir Cuma gününün akşamında;
“Kalkın! Gidiyoruz!” dedi.
Cılız(3) itiraz sesleri meraklarının ardında kalmıştı. Memed’in bu teklifi kötüye alamet(20) değildi. Memed çok şeyi arkadaşlarını milli yapmak, onlara kıyak geçmek(5) için yapmıştı, kendi felsefesine göre!
“Pavyona gidiyoruz arkadaşlar. Yalnız bilin ki; dışarıda bir fiyatlı olan bir şey, içeride beş fiyatlıdır. Sakın yanınıza arkadaş olsun, dert dinlesin diye bayan çağırmayın, konsomatris(3) mi, ne diyorlar onlara. Çünkü onlar limonlu suyu votka-limon diyerek, soğuk çayı viski diye içerek hesabı kabartıyorlar…
Bu nedenle bizler; ‘Dinlene-dinlene birer bira içip doğrulalım!” derim, o da ufak şişe gelir ve bizi doyurmaz ya neyse. Ancak yine benim eski kulağı kesiklerden(21) olduğuma inanırsanız saklıca ufak bir şişe votka alalım, biralarımızın içine üleştirirsek çakırkeyif(3) oluruz. Bu da bize yeter, sonrasında sokaklar bizim, şarkı türkü serbest, bu sözüm özellikle Samet ve Halit için tabii.”
Hepsi, daha doğrusu Memed dışında üçü de heyecanlıydı, “Olur!” dediler.
Ceplerinde votka, davetkâr bakışlardan ve tekliflerden uzak, arka taraflarda, karanlığın ve loşluğun aşırı boyutta olduğu bir köşeye gerçek anlamda sinip “Dört bira” söylediler.
Garsonun istihzalı(3) bakışları rahatsız etmişti Memed’i. Cüzdanını çıkartıp masaya koydu;
“Merak etme, param var! Biraları getir, içip gideceğiz, fazla kalmayacağız, bir-iki şarkı o kadar…”
Garson umduğu cevabı almanın rahatlığı ile çekilmişti başlarından.
Gelen biralardan gereğine uygun olarak büyükçe birer yudum, ya da ikişer fırt(3) aldıktan sonra votkayı dörde taksim edip, şişeyi daha sonra almak üzere masanın altına koydu Memed.
Keyiflerine diyecek yoktu, konuşmaya hiç tenezzül etmeden(5), vakit ayırmadan ağızları açık ayran delileri(22) gibi dinliyorlardı sanatkârları.
Garson ikide bir gelip biralarını kontrol ediyor, bardaklara alınmış biraların açılmış renkleri belki de iyi niyetinden(23) dolayı dikkatini çekmiyor olsa gerek ki o gelip-gittikçe dört kardeş bira bardaklarına dudaklarını değdirip tekrar masaya koyuyorlardı.
Yanlarına, biralarına takviye olacak çerezi ne dışarıdan alıp getirmeyi akıl etmişler, ne de üç kuruşluk şey için beş kuruş vermeyi düşünmedikleri için ısmarlamamışlardı.
Ceplerinde getirmemiş olmalarına hayıflanıyorlar(4) gibiydiler.
Sahneye daha sonralarında kendilerine emsal bir sanatkâr çıktı, eğer ona sanatkâr denilebilirse. Aşırı makyajlı, memeleri bile gözükecek şekilde dekolte(3) bedenine dört parmak kala kadar bacak yırtmaçlı.
Oysa bunlara gerek yoktu kendilerince, çünkü sesi güzel, hatta çok güzeldi.
Memed birden durgunlaştı o sanatkârı görünce. Bu ses uzak değildi kendisine, görünüş farklı olsa da. Sima, boy-bos, ses bir şeyler çağrıştırıyordu kendine.
“Acaba?” diye düşünmeden edemedi.
“Pardon kardeşler!” dedi. Yerinden kalkmakta zorlandı, bu; iki yudumunu tükettiği alkolün varlığından kaynaklanan bir ağırlık değildi.
Garson seğirtti(4) hemen yanına. Hafifçe gözleriyle süzdü onu Memed;
“Şarkı etkiledi beni. Yan taraflarda bir yerlerde dinleyip masama döneceğim, merak etme, bir bira ile sarhoş olacak, sahnedeki bir sanatkâra lâf atacak kadar da aptal(3) ya da gabi(3) değilim!” dedi.
Memed ön sıralara yaklaştı, boş yer yok gibiydi, ayakta durmaya da niyeti yoktu. Kalender(3) tipli bir beyefendiden izin istedi, yanındaki sandalyeye oturmak için.
Hoşgörülü(3) yaşlıca adam izin verirken, davranışlarıyla sahnedeki genç kızın dikkatini de çektiğinin farkında değil gibiydi Memed.
Genç kız, kısa bir duraklamanın ertesinde aynı ahenkle(3) devam etti solosuna(3).
Memed, yaşlı adamın masasına oturduğunda etrafını göremez gibiydi, belki de gözleri bulutlandığından. Bu kız, evet, bu kız o idi, “Birim, Bir tanem!” dediği yıllar öncesinden, babasının “Öldü!” deyişiyle onu nasıl yitirdiğini bilemediği.
İlk göz ağrısı(24), hayata küstüğünde son göz ağrısı da olduğuna yemin ettiği Sadet idi o.
Nüfus Memurunun adındaki ikinci “a” harfini unutmasıyla, adının anlamı “Mutluluk, olgunluk” yerine “Konuşulan asıl konu” olmuştu genç kızın.
Yanındaki adam omzuna dokundu;
“Viskini nasıl içersin delikanlı? Masama şeref konuğu oldun. Buz ile mi, soda ile mi?”
“Sağ olun efendim. Arkadaşlarımla bira içiyordum, şarkı beni etkiledi. Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, hemen arkadaşlarımın yanına dönüyorum, iyi geceler efendim!”
“Önemli değil, çağır arkadaşlarını da beraber oturalım!”
“Teşekkürler efendim! Biralarımız bitmek üzereydi. Bitirip hemen okulumuza dönelim, mezun olmamız için ders çalışmamız, hem de çok ders çalışmamız gerek. Bu kadar kaçamak, bu kadar eğlenmek hepimize yeter! Tekrar iyi eğlenceler, iyi geceler beyefendi!”
“Peki, ben hep buradayım. Bir daha gelirseniz, benim misafirimsiniz. Adım Mehmet. ‘Patron Mehmet!’ deyince getirirler seni ve arkadaşlarını yanıma. Belki üniversiteden mezuniyetinizi de burada kutlarız!”
“İnşallah efendim, sağ olun!”
Masaya döndüğünde kederli gibiydi Memed;
“Haydi arkadaşlar! Burası bize göre değil, biralarımızı bitirip dönelim!” dedi, arkadaşlarının hayret dolu bakışlarına aldırmaksızın, garsonu “Hesabı getir!” işareti ile çağırırken.
Garson geldi; “Dört bira!” dedi, bedelini söyledi.
Memed cüzdanına davranırken masa altındaki votka şişesine çarptı ayağı. Şişenin sesini fark edip eğilen ve şişeyi gören garson;
“Ha! Bir de ufak votka varmış, gözümden kaçmış!” deyip, dört biraya ek olarak votka bedelini de hesaba eklemişti.
Dört kafadar kardeşin biralarını fondip yaparak(5) ve votkanın da parasını ödeyerek arkalarına bakmadan pavyondan çıktıklarını söylemek gereksiz olacak herhalde…
Memed düşünceli, hem çok düşünceliydi, arkadaşlarına hissettirmeyi istemeksizin. Bir de, hatta aniden bir-üç-beş yıl değil, sanki kırk yıl birden çökmüştü. Çöküntüydü, enkazdı, viraneydi(3), kendine gelmesi, kendini yaşaması yeniden mümkün değildi.
Yokluğuna alıştığı, öldü saydığı gönlünün tek sahibini görmekle kahrolmuştu(4). Gözünden bile sakındığının her uzvuyla gözler önünde yer alması mahvetmişti kendisini.
Yaşamanın o an itibariyle kendisi için zulüm, haram, günah, uzuvsuz, hükümsüz, gerçekdışı, hükümsüz olmak her ne denirse öyle bir şey olduğu inancındaydı. Fark edilmemek için zorlamamıştı kendisini. Fark edilmesi de üç kardeşi tarafından anlaşılmıştı zaten.
Gizli-saklı, bazı-bazen gizli-saklı olmadan meyve suyu, kola içer olmuştu. Kardeşleri biliyorlardı ki bu içecekler katkısız değildi. Kapı-duvar sessizdi(25), duvardan ses geliyordu da ondan ses çıkmıyordu.
Sorulanlara sessizce “Evet-Hayır!” demesi, konuşulanları bön-bön dinlemesi(5) dışında ne gözlerinde, ne dudaklarında, ne de hareketlerinde belirlilik vardı.
Dengesini yitirmişti Memed. Bazı-bazen gece yarılarına kadar gözükmüyordu ortalıklarda, kör-kütük(5) olmasa da belli oluyordu alkollü olduğu.
Bazen eğer zorunlu katılması gereken ders ya da tatbikat yoksa öğlenlere, ikindilere, hatta akşamlara kadar sızmış olarak kalıyordu ranzasında, umarsızca, tedavi gerektirmezcesine.
Ve önemli olan; kendini yitirmesinin nedenini kendi dışında hiçbir bilenin olmaması idi.
Arkadaşları, Memed’in her gece belirlediği vakitte pavyona gittiğini, kapıya yakın bir yerlerde bir bira, ya da soda içip, sevdiğini sabahlara kadar kapı önünde beklediğini bilemezlerdi.
Bu bekleyişlerin hiçbirinde ona rastlayamamış olması üzüntü idi kendisi için. Bir ara; “Gizli bir yolla pavyonun üstündeki otele çıkıp, orada mı kalıyor acaba?” düşüncesi bile geçti içinden, gereğince ayık olmasa da.
Sonra bir gece, arkadaşlarıyla beraberken votkayı hesaba kaydederek düzgün(!) bir hesap yapan garsonla karşılaştı.
Garson onu devamlı olarak her gün pavyonda, sonrasında da kapı önünde görmeye alışmış olarak ya haline acımış, ya da ağzından kaçırmıştı pavyonun arka kapısının olduğunu.
O gece içmeden, kaba anlamda sotaya yatmış(5) saatlerce beklemişti Sadet’i.
Sadet, ilk karşılaştıkları gün kendisine viski ikram etmek isteyen Patron Mehmet ve body gard(3) denilen koruma ordusuyla beraber çıkmıştı arka kapıdan.
Karşısına dikildi;
“Neden?” dedi.
Mehmet Patron Sadet’i arabanın içine doğru iteklerken;
“Babama sor!” sözünü ancak işitebildi, arabanın hareket etmesine saniyeler kala.
Yitirmek istemediğini, hatta yitirmeyi bile aklından geçirmediğini yitirdiğinde, yitirmenin sebebini öğrenmenin ne yararı olacaktı ki?
Bunu düşünmesine bile imkân kalmamıştı. Mehmet Patronun body gardları belki de patronun işaretine gerek kalmaksızın, “Patronun özeline, dostuna” söz atan için gereğini gereğince yerine getirmişlerdi!
Bundan patronun da, muhtemelen Sadet’in de haberi olmamış, ruhları bile duymamış olabilirdi!
Bir enkaz halinde yurda döndüğünde arkadaşları onun sorusunu, kendisine sormuşlardı;
“Neden?”
Cevap verecek bir halde değildi. Arkadaşları onu bir hastaneye götürdüler, her gün biri bekledi kendisini, koridorlarda, kapılarda, kaçak olarak, görevli nöbetçi, doktor, güvenlik görevlisi ve hastabakıcılarla saklambaç oynar gibi, refakatçi(3) gereksizdi çünkü.
Memed, haftasını geçerek çıktı hastaneden arkadaşlarının desteği ile.
Hiçbir şey umurunda değildi.
“Her şey bitmişti, ya da kendisi öyle sanıyordu, oysa her şey yeniden başlamak üzereydi(26)” yokluğuna sebep olacak. Çünkü artık onu “Ölüm bile anlamayacaktı.”(27)
Babası Sadet için “Öldü” demişti. Kalem kâğıdı aldı eline;
“Şimdi, yaşadığımı sanırken ben ölüyüm. Bu bedeni taşımaya devam etmeye çalışmak zulüm. Senin için yaşamıştım sadıkane(3). Sadakat(3) yok, saadet yok, Sadet yok. Bu satırları okuduğunda Memed de yok!”
Zarfı kapatmadı. Kendinden votka parasını alan garsonun önüne geçti bir akşam, yaptığı plânı uygulamaya koymasına ramak kala(5).
“Zarfı kapatmadım. İstersen oku. Ama bunu mutlaka ona ver!”
Garson anlamamıştı, anlaması gerekeni, sordu;
“O kim?”
“Adanalı Sadet. Buradaki ismini bilmiyorum. Hani şu patronla çıkan şarkıcı...”
“Anladım Saadet’ten bahsediyorsun. Buradaki ismi o. Peki, benim kazancım?”
“Cüzdanım yeter mi?”
“Bakayım!”
Cüzdanını çıkardı Memed. İçini gösterdi.
“Sadece kendim için Adana’ya otobüs parası alacağım içinden!”
“Bana çok fazla. Ben de bir yol parası alırım senden. O da yeter bana. Dürüstlüğün riske girmem için de kolaylık oldu!”
“Peki! Sağ ol Abi…”
“Adım Ramazan. Çalıştığım meslekle pek ilgili olmasa da!”
“Ramazan Abi. Sağ ol! Hakkını da helâl et. Eğer Sadet’in cep telefonu numarasını biliyorsan ver bana, mektup bıraktığımı ileteyim ona…”
“Diyeceklerini mektuba yazdın, değil mi?”
“Evet!”
“O halde sen ver, cep telefon numaranı. Durumu uygun olunca o arasın seni!”
“Olur, umarım…”
Arkadaşları ile vedalaştı Memed, tüm ısrarlara karşın;
“Memlekete gideceğim. Gidip de gelmemek, gelip de görememek var! Haklarınızı helâl edin!” deyip hepsi ile ayrı ayrı kucaklaştı.
Bileti cebinde, cep telefonu kapalı idi, niyetini beyninde sabitlemişti.
Otobüsten inip evine uğramadan Baraj Gölüne gitti. Balık tutma sevdasındaki gençlerden birini gözüne kestirdi;
“Bir cep telefonun olsun, ister misin delikanlı?” dedi.
“Abi, git işine, sabah-sabah kafa mı buluyon?”
“Yoo! Ciddiyim! Şifresi; Memed yazılır gibi rakamlar, yani 63633. Unutma! Beş dakika sonra aç ve eğer aranırsam; ‘Memed Abi yok!’ de yalnızca. Olur mu?”
“Sen, bir yere mi gidecen Abi?”
“Evet! Uzak, uzakça bir yere, ama sen bilmesen iyi olur!”
“Niye?”
“Bilmesen iyi olur, dedim ya! Yoksa telefonu istemiyor musun?”
“Tamam Abi. Bilmedim!”
Yavaş adımlarla ilerledi Memed, takip edildiğinin farkında olmadan, farkında olması da gerekmeksizin.
Ulaşmayı istediği noktaya ulaştığının inancı ile ceketini çıkarttı, saatini, Nüfus Kâğıdını, cüzdanını görünür bir şekilde ceketinin üstüne dikkatli bir şekilde yerleştirdikten sonra telefonu alan delikanlının;
“Abi! Dur! Yapma! Atlama!” ikazını duymazdan gelip kendini barajın sularında kaybettirdi bedenini.
“Polis! İmdat!” diye bağırdı delikanlı.
Neden sonra insanlar geldiğinde Memed yoktu artık.
O sırada telefonu çaldı, delikanlının. Karşıdaki bayan sesi; “Memed!” dedi sorarcasına.
Genç delikanlı Memed’in dediğini aynen tekrarladı;
“Memed Abi yok artık!”
Memed gazetelerin üçüncü sayfa haberi olmuştu, genç kardeşleri öğrendiklerinde.
Bilmedikleri ise ertesi gün, aynı saatlerde bir ikinci intihar olayının gazetelerin üçüncü sayfasında yer almasıydı.
İntihar eden genç bir kızdı ve adı Sadet idi…
“Hayatta bazen kötüler, nadiren de iyiler kazanır. Çoğunlukla herkes kaybeder(17)” di.
YAZANIN NOTLARI:
(*) 44,46; Gerçekten üniversitede Teknik Resim dersimize gelen bizim dönemimizde profesör olan ve gerçekten bir trafik kazasında eşiyle birlikte yitirdiğimiz hocamızın böyle bir saplantısı vardı ve sınıf arkadaşımız onun kaprisi yüzünden o sene, o dersten geçememişti.
(*) Pavyonda gizli-saklı votka içme olayı ve sonucu aynen gerçekleşmiştir.
Baraj Gölü; Seyhan Barajıdır. Ve öyküdeki İnce Memed gibi, ancak ondan farklı olarak çoluk-çocuğu, torun topalağı olan meslektaşım aynı şekilde baraj gölünde intihar etmiştir.
(*) Amed; Bir kısım verilere göre Farsça, diğer bir kısım verilere göre Yunanca amida olarak Diyarbakır’ın eski adıdır. İsim eğer amid şeklinde hecelenirse bunun Ermenice olduğu söylenmektedir ki, bu aynı zamanda “komutan, yol gösteren” anlamlarına da gelmektedir.
Abdul; Kul, kulluk eden.
Samed, Samet; Çok yüksek, ulu, kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, sonsuz, ebedi.
Mehmet; İslâm peygamberi Muhammet’in isminden önce Mehemmet, sonra Mehmet, Memet, Memed olarak türemiş isim olup anlamı; “Yerde ve gökte övülen” dir.
Haled (Halet) (Osmanlıca); Halet şeklinde kullanılan kelime “Hal, durum, keyfiyet” anlamındadır. (Halet-i ruhiye; ruh hali anlamındadır, kelime daha çok bu haliyle kullanılır.)
Haşmet; Görkem, ihtişam, gösterişlilik, heybet, büyüklük, kibarlık, nezaket, alçakgönüllülük.
Sadet; Konuşulan asıl konu, asıl madde.
Saadet; (Birey ve toplum için) Mutluluk. Kutluluk, bahtiyarlık. Mesut oluş, talihi iyi olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak. Genellikle insanların en yüksek amaç olarak koydukları değer.
(1) Canciğer, Kuzu Sarması: İçlidışlı, candan, pek içten.
(2) Kompartıman; Yolcu treni vagonlarının bölmelerle ayrılmış bölümlerinden her biri. Hastane, öğrenci yurdu, gibi yerlerde ayrılmış bir bölüm.
Ranza; Gemi, tren, hapishane, kışla, yatılı okul gibi yerlerde üst üste yatak yeri.
(3) Abartı (Abartılmış, Abartma); Bir olayı bir şeyi olduğundan daha büyük, daha çok gösterme şekli.
Açgözlü; Gerekenden çok mal, mülk, yiyecek, içecek elde etmek isteyen, bunlara doymak bilmeyen, gözü aç olan, gözü doymaz, haris. Tamahkâr, çok isteyen.
Ahenk; Uyum. Anlaşma, uyuşma, iyi geçinme.
Aptal; Zekâsı pek gelişmemiş, zekâ yoksunu, alık, ahmak, salak avanak. Aynı zamanda küçümseme veya azarlama sözü olarak da kullanılmaktadır.
Bodyguard (Badigard); Can güvenliğinin tehlikede olduğu bir kimseyi saldırılardan korumak üzere görevlendirilmiş kişi. Koruma görevlisi, fedai, muhafız, sakınan.
Cılız; Çok güçsüz, zayıf, cansız, gelişmemiş.
Cüsse; Gövde. İnsan gövdesi.
Çakırkeyif; İçkiden dolayı yarı sarhoş kimse.
Dekolte; Kadın kıyafetlerinde kısmen açıkta bırakan giyim. Boyun, omuz, göğüs ve sırtın bir bölümünü açıkta bırakan kadın giysisi. Açık, örtüsüz, çıplak.
Fırt; Bir solukta, bir yudumda, bir anda.
Fıstık; Çok güzel, iyi, hoş (genelde kadın). Yerfıstığı, antepfıstığı, çamfıstığı adı verilen bitkiler ve bunların ürünleri.
Gabi; Anlayışsız ya da anlayışı kıt, zekâ yoksunu, kalın (odun) kafalı, ahmak, budala, anlayışsız, bön, gerzek, geri zekâlı.
Himmet; Yardım, kayırma, iyi davranma. Çalışma, emek, gayret, lütuf, iyilik, kalp isteğiyle gösterilen gayret, emek, çaba, kutsal sayılan bir kişi tarafından yapılan etki. Meyil, arzu, istek, azim, niyet, irade.
Hoşgörülü; Affetme, kolaylaştırma, ayıp ve kusurları örtme, başkalarının düşünce ve davranışlarına anlayış gösterme.
İstihzalı; Gizli, kinayeli bir biçimde, alay edercesine, alaylı bir şekilde.
Kaçamak; Bir şeyi belli etmeden, gizlice yapmaya çalışma. Ara sıra yapılan ve başkalarınca hoş görülmeyen iş, durum.
Kafadar; Anlayışları, görüşleri, gidişleri bir olan kimselerden her biri. Bir bakıma yeni deyim olarak kanka, kanki.
Kalender; Hoşgörüsü geniş, uysal, incitmeyen kişi.
Kanaatkâr; Az şeyle, elinde olanlarla, bulunanlarla yetinen.
Kargabeyni (Karga Beyni); Süzme yoğurta pekmez konularak yapılan bir tür tatlı olmakla beraber, üniversite ya da okul kantinlerinde pekmez bulma imkânsızlığı nedeniyle toz şeker ya da reçelle yapılmaya çalışılan yoğurtlu bir tatlı çeşidi.
Kikirik; Zayıf, ince, uzunca boylu, çıtkırıldım tarifinde bir kimse.
Konsmatris (Konsomatris); Bar, gazino gibi eğlence yerlerinde müşterinin masasına çağrılabilen, müşteriyle birlikte yiyip içerek çalıştığı yere kazanç sağlayan kadın.
Mağrur; Kendisini önemseyen, büyüklenen, böbürlenen, kurumlu, büyüklenme belirtisi olan, gurur belirten.
Manav; Yörüklerin bir kolu. Ancak göçebeliği asırlar önce bırakmış Sünni (Hanefi) bir Türkmen topluluğu. (Ayrıca yaş meyve sebze satan)
Mutabık; Birbirine uyan. Aralarında anlaşmazlık olmayan, uygun.
Refakatçı; Hastanelerde, ya da herhangi bir iş ya da işlemde hastanın, yanında olması gerekenin yanında kalan, yanındakine, hastaya yardımcı olan kimse.
Sadakat; İçten bağlılık, sağlam, güçlü dostluk.
Sadık; Aslına uygun, gerçek, doğru. Dostluğu ve bağlılığı içten olan, birine ya da bir şeye içten bağlı olan.
Sadıkane; Sadıkça, sadığa yakışır biçimde.
Sempatik; Kişide yakınlaşma duygusu uyandıran, hoş gelen, cana yakın, sevimli, hoşa giden.
Solo; Bir kişi tarafından söylenen ya da çalınan müzik parçası.
Titiz; Çok dikkatli ve özenle davranan, ya da böyle davranılmasını isteyen kimse. Güç beğenen kimse.
Tombul; Şişman, etine dolgun, yuvarlak.
Viran, Virane; Yıkılmış ve yanmış yapılardan geriye kalan yıkıntı, yıkılmış, çok harap olmuş yapı. Bu durumda kalmış bir insanın ruh hali.
Yağız; Karaya çalan buğday rengi. Esmer.
Züğürt; Parasız, yoksul, meteliksiz.
(4) Baymak; Uzun uzun konuşarak birini çok sıkmak, ona baygınlık vermek. Mideye ezinti vermek, hafifçe bulandırmak.
Çığırmak; Çağırmak, seslenmek. Avaz avaz türkü, şarkı söylemek.
Dalaşmak; Ağız kavgası etmek. Karşılıklı olarak sözle atışmak. Köpeklerin birbiriyle boğuşup, birbirini ısırması olayı.
Hayıflanmak; Acınmak, yerinmek, esef etmek, kaybedilen bir fırsat için üzülmek.
Kahrolmak, Kahırlanmak; Çok ve için için kendi kendine, kimseye sezdirmeden üzülmek.
Sarkmak; Aşağıya doğru uzanmak. Yolunu uzatmak, uzanmak, uğramak. Öyküde anlamı; Karşı cinsle ilişki kurmayı veya arkadaş olmayı istemek.
Üfürmek; Öyküdeki anlamı; Baştan savma, gerekçesi olmaksızın söz söylemek. Dudakları büzerek soluğu bir şey üzerine hızla vermek, üflemek. Bir şeyi üfleyerek bulunduğu yerden uzaklaştırmak.
(5) Ballandıra Ballandıra Anlatmak; Bir şeyi insanı imrendirecek biçimde öve öve anlatmak, çok överek anlatmak.
Bön Bön Dinlemek; Anlamaz, anlatılamaz bir şekilde, safça, şaşkın şaşkın bakınarak dinlemek.
Enterese Etmek; İlgilenmek.
Fondiplemek, Fondip Yapmak; Bardaktaki tüm içeceği bir kerede içmek.
Gına Getirmek; Usandırmak, bıktırmak.
Hatim Etmek (Hatmetmek), Hatim İndirmek, Hatim; Mühürlemek, sona erdirmek, bitirmek. Asıl anlamı; Kur’an-ı Kerimi “Başından sonuna kadar okuyup, bitirmek” anlamlarına gelmektedir. Türkçemizde bazen ezberlemek (hatta hafızlamanın, ineklemenin benzeri gibi ders çalışmak) anlamında da kullanılmaktadır.
Hınç Almak; Öç alma duygusu ile yüklü öfke duymak, yaşamak.
Hoşnut Olmak; Memnun olmak, yakınmamak, şikâyetçi olmamak. Bir kimseden, ya da durumdan memnun bulunmak.
İnlete İnlete Möletmek; İnek gibi bağırtarak dense de, çok sıkıntı vererk, eziyet ederek inlemesini sağlayarak inek gibi ders çalışmasını sağlamak (Ders dışında hiçbir şeyle meşgul olmamasını sağlamak, çok ders çalıştırmaya, çok çalışarak öğrenmeye zorlamak).
İpin Ucunu Kaçırmak; İşi düzgün bir biçimde, yolu-yordamıyla, gereğince yürütme imkânlarını yitirip artık duruma egemen olamamak, işte ya da bir şeyi kullanmada ölçüyü kaçırmak.
Kıyak Geçmek; Birine maddi ve manevi destek olmak, yardım etmek.
Kıyas Edilmek; Karşılaştırılmak.
Körkütük Sarhoş Olmak; Kendini bilemeyecek kadar sarhoş olmak.
Lanse Etmek; bir şeyi tanıtmak amacıyla öne sürmek ya da ortaya çıkarmak
Milli Olmak; Aslında argoda kötü bir anlamı vardır, ancak öykü de bir işi ilk kez yapmak şeklinde düşünülmüştür. (Örneğin; ilk defa kopya çekmek, ilk defa bara, pavyona gitmek gibi).
Ramak Kalmak; Bir şeyin olmasına az kalmak. Hemen hemen, az daha olacak, kıl payı kurtulmak.
Sille, Tekme, Tokat Girişmek; Karşısındakini cüssesi itibariyle dövmeye başlamak.
Sotaya Yatmak; Sotada Beklemek. Uygun bir yerde kendini gizlemek.
Tecelli Etmek; Kendini göstermek, ortaya çıkmak, görünmek, belirmek.
Tenezzül Etmek; Kendi durumuna, düzeyine aykırı bir şeyi, bir durumu, bir işi kabul etmek.
(6) Teknik Resim ile ilgili detaylar;
Aydınger Kâğıdı; Parlak yüzeyli, yarı saydam, her çeşit yağdan arı, açık gri mat renkte olan kâğıt.
Gönye; Kesişen iki düzlemin oluşturduğu dik açıyı, 30 ve 60 derecelik açıları ölçmeye ve denetlemeye yarayan, bu açıları kolaylıkla çizmeye yarayan üçgen şeklinde çizim aracı.
H ve B Serisi Kalemler; “h” yani kil oranı arttıkça, sert ve açık renk yazar. “b” yani kömür tozu oranı arttıkça, yumuşak ve koyu renk yazar. “Black Serisi” koyu siyah yazar, yumuşak uçludur. “Hard Serisi” (adından da anlaşılacağı gibi) sert uçludur ve black serisine göre siyahının tonu daha açıktır.
Minkale; İletki. Açıölçer. Bir açıyı ölçmeye, başka bir yerde bir açıyı çizmeye yarayan yarım çember şeklinde araç.
Rapidograf; Ucu dolmakalem tipinde türlü kalınlıkta çizgi çizmeye elverişli kalem.
Şablon; Üzerinde harf ya da şekillerin olduğu, çevre çizgileri kalem ucu girecek şekilde oyuk oln, bu çizgilerden kalemle istenilen biçim elde edilen, metal veya plâstikten cetvel.
T Cetveli; Mimarlıkta ve mühendisliklerde düz ve paralel çizgiler çizmek için kullanılan T harfine benzeyen cetvel.
Trilin; Türlü kalınlıkta mürekkeple çizgi çizmeye yarayan rapidograftan farklı araç.
(7) Yalvar-Yakar (Olmak); Çok yalvarmak.
Estek-Köstek; Sudan neden, yersiz engel, geciktirme, oyalama, bahane.
Kenardan-Köşeden (Kıyıdan-Köşeden); Göze çarpmayan, umulmayan yerlerde, kenarda, kıyıda, köşede.
(8) İnce Memed; Yaşar Kemal’in 1955 yılında kale aldığı romanın ismidir.
(9) Dünya Ahret (Kardeşimsin, Bacımsın); Arkasına gelen ismin önemini artıran bir deyiş. (Örnekte; Kardeşlik duygusundan başka bir gözle bakılmadığının ifadesi)
(10) Dürüm; Bir şeyin içinde bulunduğu koşulların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon, - Duruş biçimi, konum, tavır, Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri. Ad soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl. Öyküdeki anlamı; Bir dürüm veya dürme, genellikle tipik döner kebap malzemeleriyle doldurulmuş bir Türk dürümdür. Sargı, lavaş veya yufka gözlemelerinden yapılır. Türkiye'de sokak yemeği olarak yaygın olmakla birlikte, oturulabilir restoranlarda da bulunabilir.
Lavaş; Pide biçiminde, pideden ince ekmek.
(11) Sıfıra Sıfır, Elde Var Sıfır; Yapılan zahmetlere, girişimlere karşılık elde bir şey olmaması.
(12) Yılın En Uzun Gecesi; Yelda. Bulunduğumuz küre itibariyle yılın en uzun gecesi, dolaysıyla da en kısa gündüzü 21 Aralıktadır. “Kış Gündönümü” olarak da adlandırılır. Bu tarihten itibaren geceler kısalmaya, gündüzler uzamaya başlar.
(13) Köprünün altı diken… Bayburt dolaylarından bir türkü.
(14) Süt Liman Olmak; Gürültüsüz, sakin olmak.
(15) Pehlivan Tefrikaları; Güreşçilerin parça parça yazı, ayrılma, bozuşma şeklinde yaşadıklarının arkası yarın şeklinde anlatımı.
(16) Kısa Kes, Aydın Abası (kısa pantolonu) Olsun; şeklinde söylenen bu sözün nasıl olup da “Kısa kes, Aydın Havası olsun!” sözüne dönüştüğü merak konusudur. “Anlatacağını, söylemek istediğini uzatmadan anlat!” anlamındadır.
(17) Chateaubriand (Şatobüryan, Şatobiryan); Kalın fileto. Fransız usulü şarapla pişirilen baharatlı biftek. Bu ismi alan benzer yemek çeşitleri de vardır. François-Réne deChateaubriand; Fransız yazar, politikacı ve diplomat. Fransız Edebiyatında romantizmin kurucusu.
Strudel; Kek denilebilir. Daha ziyade elma ile yapılır. Böreğe benzeyen bir cins Avrupa tatlısı.
Kornişon Salatalık; Kabuğunun üstü pürtüklü bir tür turşuluk salatalık. Ve Turşusu.
Beff Stroganoff; Mantar, tereyağı, çok ince dilimlenmiş kontrfile ile yapılan çok zahmetli ve karışımlı bir yemek.
Kordon Blö (Cordon Bleu); Bir bakıma dana etinin içine muhtelif malzemeler eklenerek yapılmış bir et yemeği çeşidi.
Pane; Peynir, et, tavuk, balık veya böreğin önce yumurtaya sonrada ufalanmış kuru ekmek içi veya galeta ununa batırılıp, yağda kızartılmasıyla elde edilen bir yiyecek.
Burbon (Bourbon); % 51 i mısırdan üretilmiş ve alkol derecesi 40 tan az olmayan viski çeşidi.
Karides ve Kalamarı tarif etmek gereksiz herhalde…
(18) Ne Menem; Ne çeşit, ne türlü?
(19) Sigara Yasağı Kanunu; 4207 Sayılı Kanun 19.OCAK.2008 ve 26761 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Kanun. Kanun uygulanıyor gibi görünse de; yasakları delmeye meraklı halkımızın genelde yasakları göz ardı etmeyi marifet saydığını belirtmek isterim.
(20) Kötüye Alamet; Bir şeyin göstergesi olan, belirti, iz, nişan, imin yanlışlığı. Çok iri, çok büyük, şaşırtıcı olan bir şeyin verdiği şaşkınlık.
(21) Eski Kulağı Kesik; Görmüş-geçirmiş, bilgi ve deneyimi fazla olan, argo tabirle uyanık.
(22) Ağzı Açık Ayran Delisi (Gibi Bakmak); Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan, anlamsız bir hayranlıkla seyredip şaşıran, basit şeyleri bile aval aval izleyen, amaçsız, serseri bir şekilde, ne yaptığı belli olmaz bir şekilde dolaşmak, çevreye aptalca ve hayranlıkla bakmak (bu durumda ağız açık, dil de hafifçe dışarıya doğru çıkıktır).
(23) İyi Niyet; Herhangi bir kimse ya da konuda hiçbir kötü düşünce beslememe.
(24) İlk Göz Ağrısı; Herhangi bir şeyin ilk olması anlamını taşır. Kişinin ilk arabası ilk göz ağrısı olabilir. Ancak genel anlamda, ilk gönül yakınlığı duyulan, ilk yapılan ve ilk elde edilen şey, ilk yan yana gelinen, ilk doğan çocuk, ilk sevgili ya da ilk olan ne ise o demek İlk sevilen, ilk âşık olunan kişi. Bu sözlerle yapılmış film, tiyatro eseri, dizi, şarkı, şiir ve sözler çok miktardadır.
(25) Kapı Duvar; Ses, seda çıkmaması durumu, başvurulduğunda yanıt alınmayan kimse ya da yer. Aldırmaz, vurdumduymaz kimse.
(26) Her şey bitti zannettiğin an, her şeyin yeniden başladığı andır. Yılmaz ÖZDİL
(27) Beni ölüm bile anlamaz. Murat KEKİLLİ
(28) Hayatta bazen kötüler, nadiren de iyiler kazanır. Çoğunlukla herkes kaybeder. Avni VAV