Kumru gibi değil, kukumav(1) gibi düşünüyordu yaşlı adam, bir bankanın reklâmının olduğu bankta. Bu nedenle yanından geçen, kendisini merakla süzen orta yaşlardaki kadını fark etmemişti.

Ta ki yanına oturup düşüncesinin karartısını engelleyinceye kadar…

“Pardon?” dedi kadın sorarcasına. Başını kaldırdı adam, kendisini düşüncelerinden ayırışını sorgulamak istercesine.

“Pardon!” diye tekrarladı kadın ve devam etti;

“Yardımcı olabilir miyim? Açsanız yemek ısmarlayayım. Yol paranız yoksa otobüse ya da dolmuşa bindireyim sizi yahut da biletinizi alayım!”

“Neden?”

“Çünkü ben bir insanım, bir sıkıntınız, bir teessürünüz var gibi hissettim. Birkaç defa yanınızdan geçmeme rağmen tavrınızı ve duruşunuzu hiç değiştirmediniz!”

“Ne açım, ne de parasızlık sıkıntımın sebebi. Üstelik de biletim cebimde, bir saat sonrası için…”

“Ya nedir?”

 “Boş verin!”

“Anlatmak isterseniz dinlerim. Haddim değil, ama gücüm yeterse, faydam olacaksa içimdekilerle katkıda bulunmak, derdinizi üleşmek isterim. Sonrasında biner gidersiniz otobüsünüze!”

“Neden derdimi üleşip de gülen yüzünüzü karartasınız ki?”

“Bu benim yaratılışım!”

“Ne gibi?”

Kadının yalan söylemek geçmişti içinden, belki de yanında oturan yaşlı adamın aşırı karamsarlığının sebebini öğrenmek merakıyla;

“Genelde ‘O…’ ya da “F…” harfi ile başlayan kelimeler sarf ederler insanlar benim gibi kötü kadınlar için. Ama merak ettim, benim derdim kadar olamayacağına inandığım derdinizin nedenini…

Sizi bu kadar dertlendiren nedir? Siz birisiniz, ben de biri. İsimlerimiz bile belli değil. ‘Hatta ‘Git!’ derseniz, giderim, kederinizi bu bankla üleşmeye devam edersiniz!”

“Keşke karım da sizin gibi dürüst olabilseydi!”

“Nasıl yani?”

“Vaktiniz müsaitse…”

“Benim müsait de, siz otobüsünüzün kalkış vaktine kadar sözlerinizi bitirebileceğinize inanıyor musunuz?”

“Sanmıyorum. Otobüs biletimi açık bilete çevirteyim.”

“Derdinizi paylaşmak istememi bedenimi de üleşmek anlamında yorumlamak istememişsinizdir umarım!”

“Asla aklımın ucundan bile geçirmem. Bir kardeş gibi düşündüm sizi.  Hem aklımdan öyle bir şeyler geçmez, hem de bu yaşta benden ne köy olur, ne kasaba. Hem zaten biletimi değiştirmeme de gerek yok. Ömrümü ha burada sonlandırıp tüketmişim, ha da bomboş bir evi paylaşmayı düşünmediğim yerde…

Anlatayım ki beni bilin, ismimi bilmeseniz de neden yaşama arzumu yitirdiğimi…”

“Öyle demeyin lütfen. Tanrının verdiği canı ancak Tanrının kendisi sahiplenebilir.”

“Diyorsunuz, ama bazen ve hele yaşadıklarınıza tahammülünüz kalmamışsa Tanrıya da emanetini alması için destek olmak gerekmez mi?”

“İntihar ederek mi?”

“Ben demedim, siz dediniz!”

“Niyetiniz o değil mi? Kendini ya da başkasını öldürenlerin, ilelebet cehennemde yanacağını bilmiyor musunuz(2)?”

“Çok bilgilisiniz…”

“Çekinmeyin, hadi devam edin, ‘Kötü bir kadın olmanıza rağmen!’ deyin, ama öyle değilim.”

“Nasıl yani?”

“Ben sadece teessürünüzü paylaşmak için öyle bir imaj yaratmak istedim. Yoksa çocuğumun tahsili için buralarda yaşamaya mecbur kalmış bir dul olduğumu uzun uzun anlatmaya çalışsam, siz de bu kadar içten yaklaşır, ‘Kardeşim’ der miydiniz bana? Ama duygularınızı istismar ettiysem(3), özür dilerim.”

“Bilemiyorum, yaşadıklarımı düşünmekle öylesine yorgunum ki, ne yapardım bilemiyorum. Size tek bir soru sormak istiyorum: Beyinizi kaybettikten sonra tekrar evlenmeyi düşünmediniz mi?”

“Neden düşüneyim ki? Ben kocamı sevdim. Gözümü açtığımda tek gördüğüm o idi, gözümü kapatıncaya kadar da göreceğim hem. Üstelik onun emaneti kızım ve ondan kalan maaş yetiyor ikimize de. Neden bir ortak alalım ki kendimize?”

“Nasıl kaybettiniz kocanızı?”

“Ben size teselli olayım dilerken, siz hatıralarımı karıştırarak bana teselli oluyorsunuz, farkında mısınız?”

“İki yabancı da olsak, birbirimizi tanımasak, hatta isimlerimizi bile birbirimize söylememiş olsak bile ağabey-kardeş gibi bir yaklaşımla sohbette tesellinin sırası mı olur ki?”

“Peki! Rahmetli kocam, kızımla yürürken üzerlerine gelen motosikletten(4) kızımızı korumak isterken, maalesef motosikletin çarpmasıyla kaldırıma başını çarpıp anında ölmüş. Diğer üzüntüm ise; motosikleti kullanan genç delikanlının günlerce komada kaldıktan sonra yaşamını yitirmesi...

‘Oh olmuş!’ demek yakışmazdı bana. Bir evin tek oğlu. Onun ailesi bana ‘Başın sağ olsun!’ diyecekken ben onlara dedim!”

“Büyük insansınız!”

“Büyüklük Allah’a mahsus! Sanırım ki intihar düşüncelerinizden vazgeçtiğinizde, aynı duyguları yaşadığınıza inandığım siz de, bu büyüklüğü yaşayacaksınız.”

“Umarım, ama düşüncemi değiştireceğime dair hiç inancım yok, yaşadığımı düşününce!”

“Bir deneyin, anlatın ama önce biletinizi tehir ettirin isterseniz, paranız boşuna gitmesin. Hem bu bankta oturup da sohbet etmek yerine bir parka, bir pastaneye gitsek, bir çay ısmarlasam da, siz derdinizi anlatmaya, ben de dinlemeye devam etsem…”

“Bir defa çayı ısmarlamak bana ait olmalı. Üstelik biletimi iptal ettirmek de umurumda değil, canı cehenneme üç-beş liranın. ‘Kızım yüzünden buradayım!’ dediniz, demek ki kızınız üniversitede…

Haber verseniz, ya da alıp getirseniz, size bir akşam yemeği ısmarlasam, istediğiniz yerde, istediğiniz zamanda ve öyle paylaşmaya çalışsam derdimi, daha önce de dediğim gibi bir ağabey-kardeş-evlât olarak. Ne dersiniz?”

“Fena olmaz, derim ama sizi sıkıntıya, ya da üzüntünüzü derinleştirmeye yöneltecekse ‘Hayır!’ demeyi de bilirim.”

“Asla! Rica ediyorum.”

“O zaman kızımla birlikte buradayım, yarım saat sonra…”

“Peki…”

“İkna etmekte(5) zorluk çektim, ‘Çok dersim var!’ dedi, ama getirdim işte, bu; kızım Münire.”

“Merhaba efendim, memnun oldum ama kişiliğinizle, düşüncelerinizle memnun olmam ise mümkün değil, sebep her ne olursa olsun…

Hele ki ‘Bir idam mahkûmunun son yemeği’ gibi intihar öncesinin son yemeği gibi davranışınızdan…”

“Düşüncelerimi hemen mi anlattınız kızınıza?”

“Söylememem mi gerekliydi? Barış Manço’nun dediği gibi Sarı Çizmeli Mehmet Ağa bizi yemeğe davet etti deseydim, soruları daha katmerli(6) olmaz mıydı kızımın?”

“Haklısınız. Bana zaman ayırdığınız için her ikinize de içtenlikle teşekkür ederim.”

Bu sırada garson Menü Listesini masalarına koymak üzereydi.

“Ne dilerseniz, siz söyleyin, aynısından bana da, lütfen!”

“Estağfurullah amca. Derdinizi, ya da sırrınızı yahut da düşüncelerinizi bizimle paylaşmayı dilediğiniz ve ikram etmeyi istediğiniz bu yemek için peşinen biz teşekkür ederiz size. Yalnız şunu söylemem gerek, çok dersim var ve size ayıracağım zamanım kısıtlı. Belki sözlerinizi tamamlamanızı bekleyemezsem beni bağışlamanızı şimdiden dilesem?”

“Mükemmel çocuk! Ne demek o? Tabii ki zamanını tasarruflu kullanacaksın. Annenin seni tüm yokluklara karşın böyle uygar yetiştirmesi tebrik edilecek bir olay. Ben de çocuklarımı öyle yetiştirmeğe çalıştım, annelerinin katkısı olmadan desem, çok mu bencil söz etmiş olurum ki?”

“Bencil olmadığınızı umarız. Ama size hak vermemiz için anlatmanız, bize kendinizi tanıtmanız gerek amcacığım!”

“O halde dinleyin;

Şimdi altmış beş-altmışaltılardayım yaş olarak, uzunluğunun, ya da tükenecek olmasının hiç önemi olmayan. Ve şimdi geriye gidiyorum.

‘Senelerce, senelerce evveldi!’ ‘It was a many many years ago” diye başlayan şiir(4) gibi yani aşağı-yukarı, ama bir deniz ülkesinde değil. Mühendis olarak atanmıştım bir devlet dairesine. O güne kadar; ‘Gönlümün Sultanı’ diyebileceğim biri çıkmamıştı karşıma.

İşe başladığımda ise daha ilk günden karşımdaydı karım olacak kişi. Elektrik mi her neyse aramızdaki yirmiyi taşan yaş farkına rağmen biz, bizsiz olamıyorduk. İş yerindeki birlikteliğimiz dışarıya da taşmıştı ve bir gün ne olduysa oldu, işte!

Ertesi bir yıl içinde nikâhlandık, çünkü karımın karnı görünmeye, bedeni mecburiyeti hissettirmeğe başlamıştı bize, gereken için.

Aşk mıydı yaşadığımız, ihtiyaç mı? Yıllarca kararsızlık yaşadım. Ama bugün kesinlikle biliyorum ki yaşadığımız aşk değildi. Yetişkin ve evli bir kızım ve torunum var. Bir de yetişkin diyebileceğim henüz evlenmemiş bir oğlum.

İsterseniz dünleri bırakıp bugüne döneyim biraz. Ve bunaltımı anlatmak için affederseniz bir kadeh bir şey söyleyebilir miyim kendim için?”

“Hayır amca! ‘İçki, bütün kötülüklerin anasıdır!’ diye bir hadis var, biliyorsunuzdur mutlaka. Böyle bir şeye kalkışırsanız hemen ayrılırız masadan ve üstelik hesabımızı da kendimiz öderiz!”

“Tehdidiniz başüstüne denerek işleme konulmuştur, sevgili abla!”

“Madem kızınız varmış, o yaşta değilim, ama ‘Kızım’ deseniz?”

“Peki kızım. Devam edeyim mi?”

“Amca siz annemle devam edin paylaşmak istediklerinizi. Ben, eğer bağışlarsanız derslerim için, mezun olmam için gitmek zorundayım, önümde çok kısa bir zamanım var çünkü…

Ve bir centilmen olarak gecenin ilerleyen vaktinde annemi yalnız bırakmayacağınıza eve kadar ona korumalık edeceğinize adım gibi eminim.”

“Tabii ki kızım! Annene ‘Kardeşim’ dediğimi biliyorsun, değil mi?”

“Biliyorum amca, ancak benim için değil, rahmetli babam için rahat ol!”

“Sen de rahat ol ve annen ‘Yeter!’ dediği anda, evinizi bilmemi istemezse yahut da çekinikliği olursa onu istediği yere kadar getireceğimden emin ol ve derslerine sakince çalış, sınavlarına huzurla hazırlan, olur mu?”

“Evimizi öğrenmenizde de mahzur yok, bence!”

“Anlaşılmıştır! Tekrar iyi dersler!”

Bavulunu otobüs şirketine emanet olarak bırakmıştı yaşlı adam. Biletini de değiştirmemiş, kaba anlamda yakmıştı.

“Çıkalım, sahilde bir bankta üşüyeceğin, sıkılacağın ana kadar devam edeyim!” dedi.

“Olur!” dedi yaşlı kadın.

Hesabı ödedi yaşlı adam, sahilde bir banka oturdular, aralarında bir kişilik yer bırakarak, ancak dalgaların salınışında seslerini duyacak, duyuracak kadar.

Yaşlı adam devam etti anlatışına;

“Güzel, şipşirin, sımsıcak, arzuladığımız şekilde yaşayacağımızı düşündüğümüz bir tatil gibiydi tatilimiz. Buraya gelişimiz tesadüfen dünürümüzün kızının ikinci doğumunu yapması nedeniyle gerçekleşmişti. Zira onların bedelini ödedikleri devre mülke gelmeleri mümkün değildi…

 Ben teklif ettim. Karım; ‘Mal bulmuş mağribi gibi’ kaba anlamda balıklama atladı teklifimin üzerine. Bence de mahzuru yoktu, ek işlerden dolayı yorgundum doğrusu.

Ben de karıma uydum ve geldik, tekrar edeceğim bu şipşirin kente, sonrasının, daha doğrusu sonramın kapkaranlık kâbus(8) dolu olacağını bilmeden. İnsan bilmesi, hatta hayal etmesi dahi mümkün olmayan gerçeklerle karşılaşınca yahut da yaşayınca kötümser oluyor, bedbinliği(9) onu kötü şeyler yapmağa yönlendiriyor, yöneltiyor.”

“Ne gibi?”

“Biliyorsunuz işte, yaşamaktan vazgeçmek gibi…”

“Ama bu düşüncenizden vazgeçtiniz, değil mi?”

“Sözleriniz, tavsiyeleriniz beni etkiledi, ama beni yaşama bağlayan hiçbir şey yok artık. Size yalan söylememi bekleyip boynumu büktürmeyin isterseniz!”

“Yalan söylemeyin, kendinizi buna mecbur hissetmeyin, o zaman!”

“Nasıl yani?”

“Her şeye rağmen; ‘Yaşayacağım!’ deyin.”

“Kolay değil kardeşim.”

“Peki, kardeşiniz yaşamanız arzusunda olduğunu söylese!”

“Neden?”

“Mutlaka sebebi mi olması gerek? Örneğin sittin sene(10) yani ebediyen cehennemde olmamanız arzusu desem?”

“Bir kere daha neden?”

“Sizin gibi bir ağabeyle yaşamımızın sonuna kadar beraber olmak dileği, desem?”

“Demeyin! Daha ismimi bile bilmiyorsunuz?”

“Yaşayan karakterler için isme gerek var mı? Hem ‘Kötü kadınım’ dediğimde; ‘Keşke karım da sizin gibi dürüst olsaydı’ mı, ne bu şekilde bir şey söylemiştiniz. O ne demekti?”

“Evet, o tatil beldesine geldiğimizde ilk bir-iki gün çok güzeldi…”

“Sonrasında ne değişti?”

“Karım değişti. Birden sabah yürüyüşlerine başladı!”

“Bunda yanlış bir şey yok ki!”

“Olabilir! Daha daha sonralarındaki tatillerimizde kot pantolonunun ayaklarını kesti, neredeyse bacaklarının tümünü göstermek istercesine ve o pantolonla üstüne başka bir şey almadan mayosuyla gezmeğe başladı ortalıklarda…

‘Yahu hanım, ayıp oluyor, genç değiliz artık!’ dediğimde de; ‘Ben hâlâ genç ve güzelim, ne selüloidim(11) var, ne de varislerim(11). Üstelik senin gibi prostat(12) ve ilâç durumum da yok! Hem sen bana karışamazsın artık!’ dedi…

Böyle bir tepkiyi hiç beklemiyordum, şoke oldum(13). Ben de arayıp da bulamadığı neydi? Bir ömrü paylaşmıştık, ama karımı hiç mi hiç tanıyamadığımı, anlayamadığımı hissetmiştim.”

“Ne gibi?”

“Affedersiniz bunu sizin gibi muhterem bir hanımefendiye yabancı biri olarak anlatmam o kadar zor ki!”

“Mademki ‘Ağabey’ dedim, mademki ‘Kardeşim’ dediniz bir deneyin isterseniz.”

“Her sabah yürüyüşe çıkıyor, denize giriyor, sonra kaldığımız kulübeye geliyor duş yapıyordu. Önceleri önemsemiyordum. Ama üst üste olunca nedense tereddütlerim oluştu, kendiliğinden, şüphelerim değil. Çünkü çok zaman ben de denize gittiğimde, siteye yahut da devre mülke ait deniz kıyısında onu göremiyordum…

Gördüğüm zamanlarda ise sanki yalnız değildi, denizde, dubada ya da havuzda. Kıskançlık ve şüphe bana yakışmazdı. Ama bizler domuz eti yememiştik ki, rüzgârdan, güneşten, denizden bile kıskanırdık sevdiğimizi. Bense sözüm ona kıskanmıyordum, ama davranışlarının nedenini merak ediyordum.”

“Dinliyorum, devam edin lütfen!”

“Sizi yordum, başınızı ağrıttım ve evinize de çok geciktiniz. Münire merak ediyordur, onun bana kızmasını istemem. Sizi evinize bırakayım. Vaktiniz müsait olursa, yarın için bana bir yer ve zaman belirleyin o vakitte, orada rahatsız edeyim sizi!”

“Yoksa?”

“Yoksa Allahaısmarladık!”

“Öykünüzü bitirmeden şuradan-şuraya gitmenize ya da ‘Allahaısmarladık!’ demenize izin vereceğimi düşünmüyorsunuz değil mi?”

“Peki, öyle olsun!”

“Boşuna otel parası vermeyin, evimize buyurun demek isterdim, ama kızıma sormadan, danışmadan bunu teklif etmem mümkün değil.”

“Peki, yarın o zaman…

Sizi evinize bırakayım.”

“Gerek yok, ama istiyorsanız, peki!”

Yol boyu düşündü yaşlı adam. Öyküsünün yarısını anlatmakla rahatlamış gibiydi. Devamını bitirirse iyice rahatlayacak ve sonrasında hiçbir iz bırakmayacağına inanarak bedeni için gereğini yapacaktı. Cisminden başka bilinen yoktu.

Oysa şimdiden iki iz bırakmıştı gerisinde. Terminale bıraktığı içinde üç-beş parça iç çamaşırı olan bavulu ve iptal etmediği otobüs bileti…

Ertesi gün görüşmek için belirlenen saat, bir gün öncesinin yaşlı adamın otobüsünün kalkışına benzer bir vakitti. Haydi, abartmış olunmasın otobüsün kalkışına çeyrek kalanın vakti idi, denilsin.

Yaşlı adam tüm gece beyninde kurguladıklarının tümünü gerçekleştirmişti, ertesi günün sabahında ilk işi olarak.

Bankaya gitmiş, birikimlerine ait tüm hesabını boşaltmıştı, bir hayli zaman tüketme riskine rağmen. Birikimlerinin çocuklarına kalmasını isterdi, ama gerek görmedi. İki ayrı mektup yazdı çocuklarına ve eşine.

“Ana gibi yâr olmazdı”, analarını lekeler gibi sözleri, cümleleri yazmaktan çekinerek; “Allahaısmarladık!” diyerek. Anlaması gerekenlerin kendilerinin anlamasının gerektiğini, anlayacağını ve anlayacaklarını düşünmüş, arzulamıştı belki de.

Banka çıkışında çektiği paraları bir zarfa koyarak paralar ve Nüfus Kâğıdı hariç tüm Kredi Kartları ve bir kısım belge ve oğluna ait adres, telefon gibi bilgileri haiz cüzdanını banka kapısında düşürdü kaza ile(!).

İntihar edecek bir insana Nüfus Kâğıdı ne için lâzım olacaktıysa? Belki de cesedi bulunduğunda kim olduğunun anlaşılması arzusunu taşımış olabilirdi.

Kontörlü(14) olan cep telefonunu kapatıp o bilmem ne kartını kırabildiği kadarıyla kırıp bir mazgala(15), cep telefonunun makinesini ise bir çöp kutusuna bırakmıştı.

Artık yoktu resmen, gerçekten yok olmasına, kendini yok etmesine çeyrek kala. Soru işaretleri mi çekilen para ve belki de Nüfus Kâğıdı, üstelik otobüs biletinin tarihi ile para çektiği gün arasında oluşan bir günlük fark konusunda?

Umurunda değildi, çözmeye meraklı olan kimse varsa çözerdi mutlaka. Cesedinde Nüfus Kâğıdı mutlaka bulunacaktı.

Kimsenin bilmesi mümkün olmayacak paraları, ona el uzatanlara, belki ya da mutlaka yararlı olacaktı. Tek gereklilik; bu parayı onlara kabul ettirmek yahut da hissettirmeden kendine el uzatanların çantalarına, ya da ceplerine koymak ve sonrasında yaşamının sonuna ulaşmaktı düşüncesi, cehennemde ebedi olarak yanacak olması da umurunda değildi.

Tanrı bir şeyleri düşünmüşse o insan için, onu şekillendiriyor, “Nasıl?” demenin cevabını da o insana bırakıyordu.

Yaşlı adam o kanepeye gecikerek geldiğinde o kadını kendisini beklerken gördü ve bu sefer kendisi oturdu yanına aralarında bir insanlık boş yer bırakarak.

“Kızımla bekledik bir süre. Sonra o derslerine ulaşmak için ayrıldı ve saygılarını iletmemi istedi!”

“Sağ olsun! Allah razı olsun! Allah ne muradı varsa versin inşallah!”

“Âmin! Bazı şeyleri böyle kanepe üstünde söylemek ve anlatacaklarınızı dinlemek için burasının uygun olmadığını düşünüyorum!”

“O halde uygun görürseniz sahilde bir çay ocağına gidelim!”

İç cebindeki hazırladığı diğer zarfı dirseğiyle kontrol etti yaşlı adam.

Ve o kadının ismini bilmediği için hayıflandı bir kere daha. O karşısındaki insan sadece “Siz” idi, sadece “Siz”. Zaten “Siz” olması dışında da bir beklentisi yoktu ki.

“Peki!” dedi kadın usulca, belki de söylemek istediklerini ertelemiş gibiydi, farkında değildi…

Oturdular bir süre, sessizce, sakin, dalgaların sesini dinleyerek. Sonrasında dile geldi yaşlı adam;

“Bütün gece düşündüm sahilde, uyumadan. Tavsiyenize yahut da tehdidinize uygun olarak ne bir yudum içki aldım mundar(16) ölmemek için, ne de bir otele gidip uyumak geçti içimden. Serseri gibi gece boyu dolaştım. Bekçilerle sohbet ettim, pavyon korumalarıyla iki kelimeyi uç uca ekledim, yanıp-sönen trafik lâmbalarını, kokoreççileri, balık ekmekçileri, köfte-ekmekçileri izledim.”

“Peki, neden?”

“Kem söz sahibine aittir, derler. Karımı kötü olarak, benden kendini gizleyerek yaptığı yanlışlığı anlatarak kusmaktansa, bir son güzel günü iyi bir insanla paylaşmanın daha iyi olacağını düşündüm.”

“Yanlışlıkta direniyorsunuz ve mutlaka sonunuz için kararlısınız yani?”

“Öyle, diyelim. Yüküm çok ağır ve taşımak için mecalim(17) yok! Yıllar sonra çocuk ve torunu olan birinin ihtirasını(18) söndürme arzusuna tahammül etmek mümkün müdür dersiniz? Kirliyi öldürürseniz, o kirden kurtulur, siz kirlendiğinizde. O halde kirliyi bırakalım, kiriyle kalsın, ben de elimi kirletmeden yalnız cehennemime kavuşayım…

Tüm hazırlığım tamam zaten; size; ‘Allahaısmarladık!’ dememin dışında.”

“ Ölmeyin! Kızımla düşündük. Babamız olun, ‘Başımıza gereksiniz!’ diye düşündük. Sizin olan dünyanızdan ayrılıp bizim dünyamıza buyurun ömür boyu!”

“Nasıl yani? Kendi kendinize ancak yeterken, ben de tüm mevcudiyetimi belgelerle yok etmişken bir boğaz daha masanıza fazla olmaz mı? Kabul edemem!”

“Allah büyük efendim. Adınızı bile bilmiyorum, ama intihar etmenize izin veremem! Allah’a sığınmanızı ve babamız olmanız isteğimi söylemek, belki de tekrar etmek isterim!”

Günler geçti. Birikmiş parasını herhangi bir şekilde devredemedi yaşlı adam doğrudan doğruya. Münire’ye destek oldu, mezun olmasını sağladı ve bilinmemek, tanınmamak için hiçbir zaman evden dışarı bir adım bile atmadı.

Sadece “Ağabey” ve “Amca” oldu. Evle ilgili bir kadın gibi yapması gereken tüm gereklilikleri öğrendi, özeller dışında, ölmek, kendini öldürmektense, yok olarak karınca kararınca. Allah’ın emanet ettiği, uygun gördüğü zamana kadar yaşamak daha ehvendi(19).

Münire okulunun bitmesi sonucu devletin sınavlarından birine girerek devlet memurluğunu kazanmıştı büyük şehirlerden birinde. Kendilerini bu sahil kentine bağlayan hiçbir şey yoktu artık. Analı-kızlı ev tutmağa gittiler o koca kente, önce. Yaşlı adam da eşyaları koli yapmak için söz verdi kendilerine, onların hayırlısıyla evlerine dönmeleri için.

Yaşam; aynı minval(20) üzerine şehirde de devam ediyordu, biz bize gibi, ayrılmamıştı ki yaşlı adam onlardan.

Bir gün Münire bekleyebildikleri bir haberle gelmişti eve; “Erkek arkadaşını” onlarla tanıştırmak istiyordu, ailesi dedikleriyle.

“Hayır!” diyemezlerdi. Bu onun en doğal, gençliğinin en haklı gerekçesiydi:

“Olur!” dediler.

Kararsızdı yaşlı adam, “Gözüksün mü, gözükmesin mi?”

Aile meclisi olarak karar verdiler, gözükecekti, ama uzak duracaktı yaşlı adam, hem buna mecbur hissediyordu kendini.

Alan aldığını, satan sattığını sattıktan sonra ‘Hariçten gazel okumak’ olamazdı, olmamalıydı, olamazdı, olmayacaktı, olamayacaktı da…

Münire’nin arkadaşı bir akşamüzerine doğru çay içmeye gelecekti. Yaşlı adam ve yaşlı kadın ağabey-kardeş olarak poğaça-kurabiye hazırladılar…

Kapıdan giren delikanlının da, yaşlı adamın da ağızları açık kaldı bir anda.

Münire belki de Tanrı buyruğu gibi takdim etmişti onları;

“Annem ve babam!”

Yaşlı kadın bu gerekliliği uygun görmemişçesine yaşlı adamın elini sıkmıştı; “Ses çıkarma!” dercesine.

Bir baba kuzusunu tanımaz mıydı? Karşısındaki öz oğlu, yıllar sonra ve bir damat adayı olarak karşısındaydı. Renk vermesi uygun olamazdı, hem kızının ve de gizlemeğe çalışsa da oğlunun mutluluğu için bu önemliydi ve gerekliydi de.

Genç delikanlının sessizce zihninden geçenler de benzerdi ve açıkladı;

“Yıllar öncesinden kaybettiğimize inanmasam, üstelik Münire ‘Babam’ demese babam olduğunuza yemin edebilirdim. Demek ki atalarımızın; ‘İnsan insana benzer’ demesi boşuna değilmiş, değil mi?”

“Ben de babanıza benzemekten dolayı mutluyum. Peki, yitirdiniz mi babanızı?”

“Sanırım, evet! Rahmetli annemle yaptıkları bir münakaşa sonucu evden ayrılmış, cesedini bulamadık, ama intihar ettiğini sanıyoruz; bulduğumuz bavulu, otobüs bileti ve bıraktığı cüzdana göre.”

“Rahmetli annem, dediniz!”

“Evet, bulduklarımıza göre babamın intihar ettiği kesinleşince, hemen arkasından annem de; ‘Ben ne yaptım?’ diyerek o da kendini denize bıraktı. Onu bulduğumuzda yaşamıyordu artık…

Sebebini ne ablam, ne de ben asla öğrenemedik. Hiç bir not bırakmamıştı annem çünkü. Sebebi; anlatılmayacak bir sır olarak kaldı.  Neyse hatıralarımla sizleri üzmeyeyim efendim!”

Çaylar içilirken genç adam, yaşlı adamın bildiklerini anlattı ve sonunda “Allahaısmarladık!” deyip ayrıldı.

Kapı kapandığında, soran bakışlar üzerindeydi yaşlı adamın:

“Evet, bu benim oğlum. Sanki ayrık otları(21) pek çok hakikatin üstünü kapatmış bir durum var gibi, ama o benim oğlum, gerçeği bilmesine imkân tanımadan beni-bizi nasıl anlatacağımızı düşünelim kendimizle!” dedi.

Çözüm?

 

YAZANIN NOTLARI:

(*) Öykünün geçtiği yeri; Bodrum’un şirin mevkilerinden biri olarak yorumlamanız mümkündür.

(1) Kukumav Kuşu; Baykuşgillerden kahverengi tüylerinin üzerinde beyaz benekleri olan, kafasını 1800 çevirebilen bir baykuş türü. Türkiye’de her mevsim rastlanan bir kuş türü olup, küçük memelilerle, böcek ve sürüngenlerle beslenen genellikle düşünceli gibi durağan hali olan kuş (Öyküde durağanlığı vurgulanmıştır).

(2) Kur’an’da Nisa (4) Suresi 43. Ve 93. Ayet de şöyle denilmektedir: “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap ve lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” Buna göre insanın kendisini öldürmesi (intihar etmesi) de aynı düşünce içine hapsolmaz mı?

(3) İstismar; Sömürme. Birinin iyi niyetini kötüye kullanma.

(4) Böyle bir kaza 1974-1975 yıllarında memleketimde yaşanmıştır. Üstelik komada kaldıktan bir süre sonra ölen o genç delikanlının arkasındaki bir zenginin tek olan çocuğunun da kaskı olmadığından anında aynı yerde öldüğü, motosikleti kullanan delikanlının cebinden o günkü para birimiyle yalnızca 2,5 Lira çıktığı söylenmiştir.

(5) İkna Etmek; Bir kimseyi bir konuda inandırmak, bir şeyi yapmaya razı etmek. Kandırmak.

(6) Katmerli; Katmeri olan, kat kat durumda bulunan, aşırı ölçüde olan, çok aşırı, çok fazla.

(7) ‘Senelerce, senelerce evveldi!’ ‘It was a many many years ago” Edgar Allan POE’nun Annabell Lee şiirinin başlangıcı.

(8) Kâbus; Karabasan. Sıkıntılı, korkunç olayları ve bu yüzden gerilim ve bunalımları kapsayan düş. Bir kimsenin içinde bulunduğu karmaşık, sıkıntılı ruh durumu.

(9) Bedbinlik; Karamsarlık, kötümserlik.

(10) Sittin Sene; Mübalağalı olarak uzun bir sene anlamındadır, ancak asıl anlamı 60 sene demektir.

(11) Selüloit; Deri altı yağlarını etkileyen bir cilt enfeksiyonu. Varis; Özellikle bacaklarda oluşan görülebilir toplardamar rahatsızlığı.

(12) Prostat; Bir salgı bezidir. Mesanenin altında rektumun önünde yer alır. Bu bezin büyüyerek idrar yollarını sıkıştırmasına Prostat Büyümesi, Prostat Hiperplazi denmektedir ki, kanser değildir. Bu bezin büyümesi bahçe hortumuna bir kıskacın takılması gibi bir durumda meydana gelen basınç gibi bir durum ortaya çıkartır.

(13) Şok Olmak (Şoke Olmak); Şaşırmak, şaşakalmak, hoşa gitmeyecek bir şeyle karşılaşmak, şaşkına dönmek.

(14) Kontörlü Telefon; Belirli bir sürenin bir birim olarak kabul edildiği ve toplam konuşma süresinin kaç birim olduğunu sayısal olarak gösteren telefon.

(15) Mazgal; Yağmur sularını, kanalizasyon şebekesine çekmek için kullanılan delik. Kale duvarlarındaki  iç yanı geniş, dış yanı dar  delik.

(16) Mundar; Murdar. Şeriata uygun olarak kesilmemiş hayvan. Kirli, pis.

(17) Mecal; Can, dinçlik, derman, canlılık, güç.

(18) İhtiras; Aşırı, güçlü istek. Tutku. İrade ve yargıları aşan güçlü coşku.

(19) Ehven; Daha az kötü, yeğ, değersiz, zararsız, ucuz.

(20) Minval; Biçim, usul, yol, tarz.

(21) Ayrık Otu; Buğdaygillerden yabani bir bitki olup sarımtırak beyaz renkteki kökleri kullanılır. Yöresel olarak yapraklarının gizliliği sağladığı varsayılır.